Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

‘İnsanoğlu var olduğu andan bugüne olup biten her şeyde anlam aramıştır’

Rektör Karakaş, davetli konuşmacı olduğu ULIC 2024’ün açılışında, insanlığın düşünsel gelişim aşamalarına yönelik beyin fırtınası estirdi. Karakaş: “İnsanoğlu var olduğu andan bugüne kadar kendi çevresinde olup biteni hep anlamlandırmaya çalışmış, bu süreçte anlamlandırmayı bilgiye dönüştürme noktasında da farklı konjonktürel gelişmelere göre yeniden düzenlemiştir. Özetle bilginin çerçevesini belirleme sürecinde, dünyada olup bitenler belirleyici olmuştur”

Rektör Karakaş, davetli konuşmacı

Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karakaş, 23-25 Mayıs 2024 tarihlerinde memleketimdekiTokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi (TOGÜ) İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi tarafından düzenlenen 1. Uluslararası İktisadi ve İdari Çalışmalar Kongresi’nin (ULIC) açılışında davetli konuşmacı olarak katıldı. Aynı zamanda bir sosyolog olan Prof. Dr. Karakaş, ‘Sosyal Bilimlerde Konjonktürel Yönelimler ve İktisadi İdari Bilimlerin Durumu’ konulu konuşmasında, sosyal düşünce tarihinin geçirdiği konjonktürel dalgalanma ve yönelimlerin etkisindeinsan, toplum ve devlet yapılanmasında dair görüşlerini açıkladı.

AKÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karakaş, ‘Sosyal Bilimlerde Konjonktürel Yönelimler ve İktisadi İdari Bilimlerin Durumu’ temalı konuşmasına, sosyal düşünce tarihinde, üç büyük konjonktürel dalgalanma ve bu dalgalanmalara bağlı şekillenen yönelimler olduğunu ifade ederek başladı. Başlangıçtan bugüne insanlık tarihin eğrisi ile bilgi eğrisinin koşut bir süreç izlediğini ve bu süreçte sosyal düşüncenin insana, topluma ve devlete ilişkin genel bakışın farklılaşmasına bağlı olarak değiştiğini söyleyen Karakaş, “İnsanoğlu var olduğu andan bugüne kadar kendi çevresinde olup biteni hep anlamlandırmaya çalışmış, bu süreçte anlamlandırmayı bilgiye dönüştürme noktasında da farklı konjonktürel gelişmelere göre yeniden düzenlemiştir. Özetle bilginin çerçevesini belirleme sürecinde, dünyada olup bitenler belirleyici olmuştur. Konjonktürel dalgalanma ve yönelimlerden kastım budur” diye konuştu.

SOSYAL DÜŞÜNCE TARİHİNDEKİ ÜÇ BÜYÜK KONJONKTÜREL DALGALANMA VE YÖNELİMLER

Sosyal düşünce tarihindeki üç büyük konjonktürel dalgalanma ve bu dalgalanmalara bağlı şekillenen yönelimlerden bahseden Karakaş, ‘filozofik yaklaşımı’ açıklayarak “İlk dalgalanma geleneksel zamanlarda gerçekleşiyor. Biz şehir devletlerinden imparatorlukların oluşum sürecini bu zaman içerisinde tanımlıyoruz. Bir anlamda imparatorluklar çağının yönelimi diyebiliriz. Bu yönelimi filozofik yönelim ya da filozofik yaklaşım olarak değerlendiriyorum. Bu dönemde bilginin çerçevesinin şekillendirilmesinde daha sonraki dönemde gördüğümüz metodolojik perspektifi çok yakalamıyoruz ama düşünce temelli bilginin üretildiğini görüyoruz” dedi. Sosyal düşünce tarihindeki ikinci dalgalanmanın modern zamanlar olduğunu kaydeden Karakaş, “Bu dönemde de özellikle siyasal gelişmelere baktığımızda ulus devletlerin egemen yapısının ortaya çıkmaya başladığını görüyoruz. Bir anlamda ulus devletler çağı diyebiliriz. Bu dönemlere verilen farklı isimler var; aydınlanma dönemi, modernite ya da ulus devletler çağı gibi. Bu dönemdeki dalgalanmalara bağlı olarak sosyal bilimlerde bilgi üretme biçimi disipliner anlayışın etkisiyle şekillendiğini söyleyebiliriz” ifadelerini kullandı.

ÜÇÜNCÜ DALGALANMA ÇEŞİTLİ ADLARLA TANIMLANIYOR

Üçüncü dalgalanmanın ise Postmodern zamanlar, küresel zamanlar ve sanayi sonrası zamanlar gibi birçok isimle tanımlanabileceğini belirten Karakaş, şunları söyledi: “İçinde bulunduğumuz dönemi de kapsayan zaman diliminde ortaya çıkan bilgi üretme yönelimini disiplinlinerarasılık kavramıyla tanımlıyoruz. Dolayısıyla günümüzde özellikle sosyal bilimlerde bilgi üretme çerçevesi ağırlıklı olarak disiplinlerarası yaklaşım ile şekillenmekte. Bu yönelimleri anlama bu yönelimler içerisinde kendi branşlarımızda, kendi disiplinlerimizde bilgi üretme anlamında bilim tarihi, bilim felsefesi, sosyal bilim felsefesi ve metodolojisi pencerelerinden bakarak değerlendirebilmek önemlidir. Hem kendi alanımızda bilgi üretme noktasında bir metodolojik felsefi bakış edinmiş oluyoruz, bir farkındalık, bir bilinç oluşuyor; hem de bu konuya dair müktesebatımız gelişiyor.”

 ‘BİLGİ ÜRETME VE SONUCA ULAŞMADA TÜMDENGELİM YAKLAŞIMI EGEMEN OLMUŞTUR’

Sosyal düşünce alanında bilgi üretme yaklaşımlarını dalgalanmalar kapsamında açıklayan Karakaş, “filozofik yönelim” hakkında şu bilgileri aktardı:“Sosyal düşünce tarihinde görülen ilk yönelim, filozofik anlayış olarak tanımladığım imparatorluklar çağının şekillendirmiş olduğu yönelimdir. Bu çağda insana, topluma ve devlete ilişkin konular filozofik bir anlayış ve kavrayışla ele alınarak genel bir sosyal düşünce perspektifi geliştirilmiştir. Bu dönemin bakış açısını oluşturan temel önerme, ‘insan iyidir’ önermesidir. Dolayısıyla sosyal düşünce etrafındaki çabalar, iyi insanın kim olduğu ve nasıl olacağı üzerine yoğunlaşmıştır. İyi insan, mutlu insan ve erdemli insan kimdir soruları üzerinde ‘insan iyidir’ önermesi anlaşılmaya, yorumlanmaya ve açıklanmaya çalışılmıştır. Biz bu arayışı hem Antik Yunan Filozoflarında hem de Çin, Hint ve Müslüman filozoflarında da çok açık bir şekilde görebiliyoruz. Bu dönemdeki sosyal düşünce anlayışının oluşumunda ‘metafizik arayışlar’ ve felsefi spekülasyonlar etkili olmuştur. Bu metafizik arayışlar ve felsefi spekülasyonlar çerçevesinde hakikat; bütünsel bir kaynaktan bakılarak parçalar üzerinde aranmıştır. Ya vahiy kaynaklı bir bütünsel bakış ya da felsefi bütünlükten hareketle hakikat arayışı gerçekleştirilmiştir. Bu nedenle bilgi üretme ve sonuca ulaşmada tümdengelim yaklaşımı egemen olmuştur.”

‘BİLGİNİN BİRİKEREK İLERLEDİĞİNİ BİLİYORUZ’

İkinci yönelimin ‘disiplinler anlayış’ içinde gerçekleştiğini ifade eden Karakaş, sözlerini şöyle sürdürdü: “Kökleri 16. yüzyıla kadar giden ve sosyal bilim olarak isimlendirilen bilgi üretme tarzı, sosyal düşünce temelli bilginin önemli bir kısmını, bilimsel olmadığı gerekçesiyle reddederek karakter kazanmış ve doğa bilimleriyle ilişkilerini tanımlamıştır. Oysa söz konusu yönelim kapsamında geliştirilen sosyal bilim perspektifi, modern dünyaya ait bir girişim olsa da sosyal düşüncenin müktesebatından bağımsız olamamıştır. Çünkü bilginin birikerek ilerlediğini biliyoruz. Bu anlamda bu yaklaşımı geçmişin kadir bilmez mirasçısı olarak da değerlendirebiliriz. Bu dönemin temel dalgalanması da aslında ulus devletle ortaya çıkıyor. Gelişmelerin arka planındaki felsefenin ise Aydınlanma Felsefesi olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. Yani rasyonalitenin egemen olduğu Aydınlanma Felsefesi, o genel paradigmanın sonucu olarak bir takım siyasal, toplumsal, ekonomik, topluma ve insana dair gelişmelerin yaşandığı bir dönemin arka planındaki felsefedir. Bu dönemde insana, topluma ve devlete ilişkin konular, ‘disipliner’ bir anlayış ve kavrayışla ele alınarak genel bir bakış açısı geliştirilmiştir.”

KENDİNE ÖZGÜ TEORİSİ, METODU VE BİLGİ ÜRETME SİSTEMATİĞİ OLAN DEMEKTİR

Disiplin terimi kavramsal olarak hiyerarşi ve iktidar nosyonlarıyla tanımlandığını, hiyerarşinin sınırların tanımlanması ve statülerin kaydedilmesi, iktidarın ise hükmetmek olduğunu kaydeden Karakaş, konuşmasında şu ifadelere yer verdi: “Dolayısıyla sınırlar tanımlanıp statüler belirlendikten sonra kendi alanına hükmeden ve ötekiyi de buna göre tanımlayan bir yaklaşım ortaya çıkmıştır. Disiplin, bu dönemdeki bilim olarak tanımladığımız alanların bir başka biçimde isimlendirilmesidir. Kendi alanını sınırları ile tanımlayan, bunu tanımlarken de Kendine Özgü Teorisi, metodu ve bilgi üretme sistematiği olan demektir. Bu tanımlamayı yaptıktan sonra diğer alanlarla kendisine mesafe koyan ilişki ve iş birliğini de sıfırlayan yaklaşımı ifade etmektedir.”

STANDART TANIMLAMA ÇABASI, SOSYAL BİLİMİ HEM OLUMLU HEM OLUMSUZ ETKİLEMİŞTİR

Disiplin temelindeki yaklaşımın, 1850-1945 aralığında hem baskın bilim paradigması anlamında hem de kurumsal anlamda sağlamlaştığı ve belli bir çerçeveye oturduğunu söyleyen Karakaş, konuşmasına şöyle devam etti:“Bu dönemin bakış açısını oluşturan temel önerme ‘akıllı insan iyidir’ şeklinde formüle edilmiştir. Bu önerme, rasyonalitenin egemen olduğu, Aydınlanma Felsefesinin ruhunu verdiği bir önermedir. Dolayısıyla sosyal bilim etrafındaki tüm çabalar, akıllı insanın kim olduğu ve nasıl olacağını üzerine yoğunlaşmıştır. Sosyal bilimciler tarafından insan ile ilgili o kadar çalışma yapılmıştır ki, o dönemde insan adeta bir robotun tanımladığı gibi standartlaştırılarak tanımlanmıştır. Çünkü bu dönemin bilim nosyonunda sınırlar çok net çizilmiştir. Bundan dolayı toplumun yeniden kuruluşu, insanın yeniden inşası, devletin yeniden yapılandırılması gibi yaklaşımlarla her şey standartları ve sınırları ile açıklanmaya çalışılmıştır. Bu anlayış, modern sosyal bilim perspektifinin hem imkânı hem de krizi olmuştur. Çünkü siz kompleks bir varlığı, bir olguyu, karmaşık bir varlığı, karmaşık bir olguyu belli standartlarla belli sınırlarla tanımlayıp hakikati bunun üzerinde yoğunlaştırmaya çalıştığınız zaman bu karmaşık ve kompleks yapı, yeniden kendisini gösterecek ve sınırların dışına taşmak isteyecektir.”

‘AKIL VE BİLİMSEL METODOLOJİ HAKİKAT ARAYIŞININ YOL FENERLERİ OLDU’

Rönesans sonrasında klasik bilimlerdeki pek çok önermenin çökmesi ile birlikte insan-insan, insan-tanrı ve insan-doğa ilişkilerinin dönüşmeye başladığını, bilimsel ve teknolojik ilerlemelerin ortaya çıktığını, insanın hızla kendini doğanın sınırlamalarından soyutlamaya ve kısıtlarından kurtarmaya başladığını söyleyen Karakaş, “Bunun neticesinde yeni bir üretim biçimi, siyaset tarzı, toplum tasarımı ve iktisadi düzen ortaya çıkmıştır. Bütün bunların çerçevesini tanımlayan kavramsallaştırmaya da modernite diyoruz. Dolayısıyla modernliğin bu yeni düzenlerle birlikte ortaya çıktığını görebiliyoruz. Bütün bunların arkasında Aydınlanma Felsefesi var” şeklinde konuştu.

HAKİKAT ARAYIŞININ YOL FENERLERİ AKIL VE BİLİMSEL METODOLOJİ OLMUŞTUR

Aydınlanma dönüşümünün geleneksel zihniyet matrislerini (kalıplarını) altüst ederek geleneksel bilgi çerçevesinde geri dönüşü olmayan bir kopuşu temsil ettiğini de dile getiren Karakaş, konuşmasında şunlara dikkat çekti:“Dolayısıyla reddi miras da bu kopuş ile ortaya çıkmıştır. Bu dönemdeki sosyal bilim teorilerinin oluşumunda ‘Newton modeli’ (Newton’nun mutlak zaman anlayışı) ve ‘Kartezyen düalizmi’ (zihin-beden ikilemi) temelinde şekillenen bilimsel önermeler ve spekülasyonlar etkili olmuştur. Bu konjonktürdeki dalgalanma ve disipliner yönelimdeki sosyal bilim teorilerini belirleyen temel özelliklere bakıldığında bilgi üretme biçiminin makro nitelikte olduğunu görüyoruz. Yani her şeyi açıklayan bütünsel bir meta anlatı. Her şeyi bütünsel olarak tanımlayan bir yaklaşım. Tek nedenli ve determinist nitelikli bir yapıya sahip olduğunu görüyoruz. Bu konjonktürde insan ve toplumsala dair hakikat, parçalar üzerinden bütünde aranmıştır. Akıl ve bilimsel metodoloji hakikat arayışının yol fenerleri olmuştur. Evrensel ancak tek/biricik geçerli hakikat arayışı egemen olmuştur. Bu aslında sadece bilimde karşılığını gören şey değildir. O dönemin tarih felsefeleri üzerinde kurulan toplum tipolojisinde de bunu görüyoruz. Yeni yaklaşımla her şey aslında yeniden tanımlanmıştır; bu yeniden tanımlamada Avrupa merkezci bakış açısının egemen olduğunu görüyoruz. Avrupa merkezci bakış açısıyla insan, devlet ve toplum yeniden tanımlanmıştır. Bütün bunlar bu yaklaşımla birlikte bilgi üretme ve sonuca ulaşma da tümevarım anlayışının egemenliğini gösteriyor.”

1946 SONRASI YENİ BİR SOSYAL BİLİM YAKLAŞIMINA İHTİYAÇ DUYULMUŞTUR

Üçüncü yönelimin ise ‘disiplinlerarasılık’ olduğunu ifade eden Karakaş, şu ifadeleri kullandı: “Günümüzün egemen bakış açısını ifade eden ancak üzerinde tartışmaların halen devam ettiği bir yaklaşımdır. Çünkü bu süreçteki dalgalanma henüz tanımlanmış değil. Dolayısıyla yaşanmakta olanı da tanımlayan bir kavramsallaştırma olduğu için üzerinde tartışmalar devam ediyor”dedi.1946 sonrasının konjonktürüne bağlı olarak şekillenen yenidünya düzeninin dinamikleriyle disiplinlerarasılık yöneliminin temayüz (üstün duruma gelme) ettiğini kaydeden Karakaş, “Burada özellikle postmodernizm, postyapısalcılık, Postfordizm, çoğulculuk, insan hakları, küresellik ve dijitalleşme gibi süreçler, disipliner anlayış dışında yeni bir sosyal bilim yaklaşımı ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Bu kavramsallaşmalara baktığınız zaman insana topluma, devlete ve çevreye ait olan her şeyin yeniden anlamlandırma arayışının kavramsallaştırmaları olduğunu görüyoruz.”

 

  1. Yüzyılın başlarından itibaren modernite ve ona bağlı şekillenen sosyal bilim anlayışının ciddi krizler yaşamaya başladığını kaydeden Karakaş, “Batı içerisinden bu bilim anlayışına yönelik ciddi eleştirilerin yapılmaya başladığını. II. Dünya Savaşına doğru bu eleştirilerin daha da yoğunlaşması ile yeni yaklaşıma ihtiyaç duyulduğu görülüyor. Bu yeni konjonktürde insana, topluma ve devlete ilişkin konular, disiplinlerarası (multi-disipliner) bir anlayış ve kavrayışla ele alınarak disipliner anlayışın yaşadığı krizden çıkılmaya çalışılmıştır” şeklinde konuştu.

GULBENKİAN KOMİSYONU’NUN DİSİPLİNLER ARASI EĞİLİMİN MANİFESTOSU

Kalust Gülbenkyan’ın Lizbon’da farklı dallardan on bilimciyi bir araya getirerek oluşturduğu Gulbenkian Komisyonu’nun 1995 yılında yayınladığı raporda yeni yaklaşımı, ‘disiplinlerarasılık’ olarak isimlendirdiğini söyleyen Karakaş, “Bu rapor aslında sosyal bilimlerde bir süredir somutlaşmış disiplinler arası eğilimin geç kalmış manifestosu niteliğindedir. Disipliner ayrımları, Avrupa evrenselciliğini ve yöntemsel pozitivizmi topyekûn reddeden bu manifesto, bilimsel bilginin çoğulcu bir temelde birleştirilebileceği yönünde bir inancı güçlendirmeye çalışmaktadır.”

‘POSTMODEM BİLİMSEL PARADİGMA, HAKİKATE YER BIRAKMIYOR’

Disiplinlerarasılık yöneliminin köklerinin, Einstein’nın görelilik teorisi ile Nietzche ve Heidegger’in görüşlerine dayanan modernlik eleştirisinin kurduğu kozmosun modern kozmosun aksine; karmaşık, anarşik, heterarşik ve belirsizlikten oluştuğunu ifade eden Karakaş, şu bilgilendirmede bulundu:“Aslında bunlar disiplinlerarasılığın temel özellikleridir. Bu yeni sosyal bilim anlayışı, standartlaşmış ve sınırları tanımlanmış anlayıştan vazgeçiyor ve karmaşık meselelerin çok boyutlu olarak ele alınmasına yöneliyor. Oysa modern sosyal bilim ‘ben tanımladım mutlak hakikat budur, bundan başka da mutlak hakikat yoktur’ yaklaşımına sahipti. Bundan başka hakikat de yoktur diye iddialı bir anlayışa sahipti.  Bu özellikler temelinde gerçekliğin kontrolü ve yeniden tasarımı gibi olguların doğurduğu krize tepki olarak postmodernler, gerçekliğin birebir temsil edilemez olduğunu öne sürüyorlar. Postmodern bilimsel paradigma, her şey mubah anlayışıyla hakikate yer bırakmamaktadır. Postmodern düşünce, her şeyi içine alan ve içeriğinde her şeyin karşılığının olduğunu iddia eden bir yaklaşımdır. Oysa modernler ‘her şey içeri giremez, standartları ve tanımlı olanlar içeri girer ve ancak bunlar bilimin konusu olabilir’ diyorlardı. Mesela irrasyoneliteyi ve metafiziği, bilimin veya düşüncenin konusu saymıyorlardı. Oysa postmodernler ‘her şey içeri girebilir’ diyor. Burada da başka sorunlar ortaya çıkıyor. Bugün içinde yaşadığımız süreçte bunu görebiliyoruz. Her şeyi içine aldığınızda kaotik düzeni zorlayan ortam oluşarak toplumsal düzeni tehdit eden gelişmelerle karşı karşıya kalabiliyoruz. Bu yeni yaklaşımın da böyle bir sorunu ve krizi ile karşı karşıyayız diyebiliriz.”

DİSİPLİNLERARASILIK DİSİPLİNER ANLAYIŞININ TAM KARŞITIDIR

Günümüz konjonktüründe insan ve toplumsala dair hakikatin, ağırlıklı olarak parçalar üzerinde arandığını kaydeden Karakaş, şöyle konuştu:“Disiplinlerarasılık yöneliminde parçalar üzerinde durulduğunu ancak bütünden de vazgeçilmediğini görüyoruz. Habermas, Bauman ve Giddens gibi düşünürlerin yaklaşımlarında bunları görmek mümkün. Habermas düşünsellik kavramlaştırması üzerinden ‘modernite tamamlanmamış projedir’ diyerek yeni bir bütünsel yaklaşım geliştiriyor. Habermas postmodern düşünce ve disiplinlerarasılık anlayışının üreteceği bilgi ile Batı’nın dünya egemenliğinin tehlikeye düşeceğini, bir anlamda Batı’nın altındaki halının çekildiğini düşünerek modernite tamamlanmamış projedir anlayışına geri dönmüştür. Postmodernite ve eleştirel anlayıştan vazgeçmiş, modernitenin Batı’ya sunmuş olduğu imkanlardan vazgeçmemeyi ifade eden bir U dönüş yapmıştır. Bauman akışkanlık teorisi ile o kaotizmi (kaos kuramı veya kargaşa kuramı) ve anarşiyi ortadan kaldırma niyetli bir bütünsel açıklamaya yönelmiştir. Giddens ise yapılaşma teorisi üzerinden sosyal bilimlerde yeniden bütünsel bir bakış açısı oluşturmaya gayret etmişlerdir. Bütünden vazgeçmeyen ancak parça üzerine yoğunlaşan bilim anlayışının egemen olduğunu görüyoruz. Bu nedenle bilgi üretme ve sonuca ulaşmada tümevarım ve tümdengelim yaklaşımları birlikte kullanılmaktadır. Cümbüşü, kolajı ve festivali andıran bir yaklaşım mevcuttur. Bu dönemin bakış açısını oluşturan temel önerme ise, ‘aklı parçalı/karışık insan iyidir’ önermesi olmuştur. Bu disiplinlerarasılık anlayışının özelliklerine baktığımız zaman disipliner anlayışının tam karşıtı olduğunu görüyoruz.  Makro değil mikro, meta anlatı değil küçük boy anlatı, tek nedenli değil çok nedenli, determinist değil görelidir.”

‘İÇİNDE YAŞADIĞIMIZ DÖNEM UCU AÇIK BİR DÖNEM’

Varlık ve değer ekseni belirlenmediği için, bilginin konumu açısından ucu açık önermeler ortaya atıldığını ve cevap aranırken sürekli yeni sorular ve sorunlar üretildiğini ifade eden Karakaş, “İçinde yaşadığımız dönem; ucu açık bir dönemdir. Bu durumu yaşıyoruz, bunu tanımlıyoruz, açıklıyoruz ve anlamlandırmaya çalışıyoruz. Arkasından ise yeni bir olayla karşılaşıp yeni olanı açıklamaya çalışıyoruz.” diye konuştu. İktisadi ve idari bilimlerin durumunu Sosyal Bilim Felsefesi açısından değerlendiren Karakaş, “İktisadi bilimler içerisinde iktisat biliminin, idari bilimler arasında ise siyaset biliminin; teori, yöntem ve doktriner perspektifler üretme kapasiteleriyle ön plana çıkan disiplinler olduğunu görüyoruz. Bu konular halen tartışılan konulardır. Ama kapasitelerine kaptığımızda iktisadi bilimler içerisinde iktisat biliminin teorisi, yöntem ve doktriner perspektiflerle öne çıktığını, idari bilimler arasında ise siyaset biliminin öne çıktığını görüyoruz. İşletme, maliye, çalışma ekonomisi, kamu yönetimi, uluslararası ilişkiler gibi disiplinlerin ise daha teknik ve pratiğe yönelik bilgi üretme kapasitesine sahip oldukları söylenebilir” dedi. İktisat ve siyaset biliminin filozofik yaklaşıma, disipliner yönelime ve disiplinerarası yönelime uygun süreçler yaşadığını ifade eden Karakaş, “Filozofik yaklaşımın egemen olduğu dönemde modern dönem öncesinde iktisadi düşünce, yaşanılan ekonomik olaylar ve sorunlar hakkında edinilen deneyimlerden çıkarılan bireysel çözüm önerileri ve iktisadi görüşler temelinde oluşmuştur. Siyaset bilimi de o günkü evrelerden geçerek bugünkü duruma gelmiştir” ifadelerini kullandı.

‘BİLME ARZUSU İLE ORTAYA ÇIKAN BİLGİ HER DÖNEMDE İHTİYAÇTAN KAYNAKLANMIŞTIR’

Bilgi arayışı hiçbir konjonktürde fantezi olsun diye değil, bilme arzusunun güdüsüyle yapıldığını belirten Karakaş, konuşmasına şu sözlerle son verdi:“İnsanoğlunun bilme arzusu gibi bir yeteneği vardır. Bilme arzusu ise gizemi deşifre etmeyi, bilinmezi bilinir kılmayı, ihtiyacı karşılamayı, sorunu çözmeyi ve şüpheyi gidermeyi amaçlayan bir arzudur. Bilme arzusu ile ortaya çıkan bilginin her dönemde ihtiyaçtan kaynaklandığını görüyoruz. Sosyal bilimler alanında üretilen her bilginin somut karşılığı yaşanmış veya yaşadığımız dünyada vardır. Bilginin üretilme tarzı da yaşanılan konjonktürdeki hakikat ile belirlenmiştir. Yaşanılan konjonktürün hakikati bilgiyi belirlemiştir. Bilgi de yaşanılan konjonktürdeki gelişmelerin yönünü tayin etmiştir. Böyle bir karşılılık ilişkisi vardır. Yaşanılan ile bilgi arasında karşılıklı etkileşim ilişkisi vardır.” Haber Merkezi