Mustafa Türk’ün her hafta farklı sanat dallarında gerçekleştirdiği sohbetlerde bugün ‘Sinema’ olacak. Konuğu AKÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema TV Bölümü Araştırma Görevlisi Şeyda Aydoğan.
Merhaba sevgili ‘’kahve tadında sohbetimizin’’ duyarlı güzel insanları. Bugün güzel bir sanat dalı olan sinema ile güzel bir söyleyişi gerçekleştirmek istiyorum. Dünya’da sinema ve Türk sineması hakkında bilmedikleriniz ya da bilenlerin yeniden bilgilerini tazelemeleri adına güzel bir sohbet olacak. Sekiz ya da dokuz yaşlarında olduğum dönemlerde yani 1969-1970 yıllarda inanır mısınız cumartesi ve pazar günlerini iple çekerdik. Belki güleceksiniz ama 5 kuruşa 5 filim izlerdik. Saatlerce sinemanın içerisinde kalır yiyeceklerimizi evden getirir hem getirdiklerimizi yer hem de büyük keyifle filim izlerdik. Benden yaşça büyük olanlar ya da benim yaşım da olan birçok kişi sinemalarımızın yerlerini yazınca hatırlayacaklardır.
Afyon lisesinin hemen arka kapısının bulunduğu yerde açık sinema vardı. Özellikle yaz geceleri aileler gelir filim izlerdi. Şu anda Çakmak otelin bulunduğu yerde ise önceleri Atlas sineması olan yer, daha sonra Hülya sineması olarak bir süre daha hizmet vermişti. Kurtbaş Apartmanın hemen yanında iki adet harika çay bahçesi vardı. Bu ikisinin arasında ise Şafak sineması yıllarca ilimizin sinema kültürüne katkı yaparken, şu anda kent meydanının bulunduğu yerde Emek sineması yabancı filmlerle kendini kabul ettirmişti. Sinema salonlarının bittiğini düşünmeyin 52.000 nüfuslu ilimizde Askeriye ’ye ait iki sinema salonda çok filim izledim. Benim hatırladığım bir başka yer de özellikle bugünkü konaklar olarak bildiğimiz yere yakın Veterinerlik binasının bahçesinde yaz geceleri özellikle tarıma yönelik yada halk türkülerini anlatan filim gösterileri olurdu. O sinema salonlarının hiçbiri ne yazık ki ayakta değil hepsinin yerinde yeller esiyor. Şimdi sizleri çok değerli konuğum olan Şeyda Aydoğan hanımla tanıştırmak istiyorum.
*** AKÜ Güzel Sanatlar Fakültesi TV Sinema Bölümünde Araştırma Görevlisi olarak başarılı çalışmalara imza atıyorsunuz biraz kendinizden bahseder misiniz Şeyda Aydoğan kimdir?
Öncelikle teşekkür ediyorum. Ben 1989 Konya doğumlu, evli ve bir çocuk annesiyim. Lisansımı 2012 yılında Sinema ve Televizyon üzerine Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde tamamladım. Yüksek Lisansımı Selçuk Üniversitesi Radyo ve Televizyon Anabilim Dalında 2017’de bitirdim. Şu an yine Selçuk Üniversitesi’nde doktora eğitimime tez döneminden devam etmekteyim. Yazmayı ve okumayı seven, okul ve eğitimi dışında çok fazla kendine vakit ayıramasa da fırsat buldukça sanatsal faaliyetlere katılmaktan keyif alan biriyim. Bu aralar en büyük mutluluk anlarım oğluma ayırdığım zamanlarda gizli diyebilirim.
*** Ülkemizde sinema ne zaman nasıl başladı, İlk sinema salonu nerede hizmete girdi ve ilk yapılan filmin ismi ve konusu hakkında bilgi verir misiniz? Aslında hepimiz bol film izliyoruz ama bilgi konusunda maalesef yeterli değil bu anlamda neler söylersiniz Şeyda Hanım?
Ülkemize sinema gösterisinin ilki, Bertrand isimli bir Fransız tarafından 1896 yılında Yıldız Sarayı’nda yapılmıştır. Daha sonra ise, Sigmund Weinberg’in 1897 gösterileri önemli bir yerdedir. Türkiye’ye ilk filmler Fransa, İtalya ve Almanya’dan geldi. II. Abdulhamit döneminde ülkemizde yönetmenlerin çekim yapması çok da mümkün değildi. Buna rağmen Lumiere kardeşler bu konuda aktif davrandı. Türkiye ile ilgili gezi ve haber filmleri böylelikle çoğaldı. Ancak kendi sinemamız 1914 itibariyle gelişmeye başlamıştır. Ülkemizde ilk film Fuat Uzkınay’ın çektiği “Ayastefanos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı” (1914) adlı filmdir. Filmin bazı insanlar tarafından izlendiğine yönelik iddialar ortaya atılsa da gerçekten çekilip çekilmediğine dönük tartışmalar hala sürmekte çünkü filmin herhangi bir kopyasına ulaşılamamıştır. Filmde Yeşilköy’deki Rus Abidesinin yıkılışı konu edinilir.
*** Türk sineması ile Dünya sineması arasında ne gibi farklılıklar var sebep ve nedenleri nedir?
Öncelikle belirtmek isterim ki sinema içinde bulunduğu toplumdan ayrı düşünülemez bir sanattır. Toplumla diyalektik bir yapı içindedir de diyebiliriz. Bu da onu toplumun bir parçası olarak konumlandırır ve bir ülke sinemasını araştırmadan evvel öncelikle toplumunun yapısını irdelemek gerektirir. Çünkü sinema içinde bulunduğu toplumdan alır tüm malzemelerini. Gel gelelim toplumun incelenmesi ise o dönemin kültürel ve tarihsel sürecine dair fikir sahibi olmakla mümkündür. Sinemamızın tarihine yönelik kısaca belirtmek gerekirse günümüze gelene kadar pek çok süreçten geçildi. En önemli farklılık sinemanın bizim ülkemizde uzun yıllar tiyatro etkisinde kalmasıyla oluşmuştur. İlk adımlarını tiyatronun etkisinde atınca da epey zaman bu böyle devam etti. Muhsin Ertuğrul sinemamızda önemli bir isimdir, fakat onun döneminde başka isim ve tarzları görmek pek de mümkün değildir. Ta ki Lütfü Ömer Akad’ın sinemaya girmesiyle yeni bir dönem başlar. Bu, artık tiyatro dışından bir yönetmenle girilen “sinemacılar dönemi” dir. Bahsettiğim dönem 1952 yılında “Kanun Namına” filmiyle olur. Yani işe bir adım geride başlayan sinemamız dünya sinemasını yeni yeni kendine özgü yapısıyla yakalayabilmiştir. Aynı zamanda filmlere ayrılan bütçenin de bir Hollywood sinemasıyla yarışacak durumda olmaması filmlerin kısıtlı imkanlarla yaratıcılıktan daha uzak olmasına neden oldu. Bunun yanında sansür gibi unsurlar elbette başlarda sinemamızın anlatım dilini ve konularını etkilemiştir. Amerika’da 90’lı yıllarda büyük teknolojik gelişmeler yaşandı. Bilimkurguda, korku sinemasında yeni yönelimler meydana geldi. Hal böyle olunca filmlere ayrılan bütçeler de yüksek meblağda oldu ve karşılığı da alındı. Elbette düşük bütçeyle çekilen ve kaliteli olan işler de yok değil. Bunlar ise klasik olanın içine dahil olmak istemeyen ve filminin alt yapısını ona göre derleyerek yapan filmlerdir.
Dolayısıyla sinemamız ve diğer ülke sinemaları arasında başta kültürel bir farklılık olduğu unutulmamalıdır ve yaşanılan dönemin etkisi göz ardı edilmemelidir. Bizim sinemamızda da özellikle son dönemde çok önemli başarılara imza atan yönetmenler var. Nuri Bilge Ceylan, Semih Kaplanoğlu, Derviş Zaim, Tolga Karaçelik…ve sayamadığım pek çok isim ülkemizin önemli yönetmenleridir. Bahsettiklerim kendi dilini oluşturan ve çeşitli yerlerde ödüllere layık görülen isimler…
*** Özellikle 1960 yılların başında Türk sineması bir ivme kazanmıştı fakat sonraki yıllarda bu ivme tersine döndü ve birçok aktör, aktris hatta film şirketleri kapandı. Bu çok uzun zaman sürdü Şeyda Hanım. AKÜ TV Sinema Bölümün de Araştırmacı olarak görev yapıyorsunuz bu duraklama ile ilgili bir çalışmanız oldu mu?
Hayır bu duraklama ile ilgili bir çalışmam yok fakat bizlerin de kaynak olarak kullandığı ve öğrencilere tavsiye ettiği pek çok kaynak mevcut. 60’larda yaşanan şey bir darbe dönemi olması sebebiyle o dönemden etkilenen bir kültürel yapıdır. Sanat da bu sürece dahildir. Siyasi istikrarsızlığın üst seviyede olduğu dönemde ekonomik sorunlar da baş göstermiştir. 60’larda Film Kontrol Komisyonları sansürde etkin oldu. En çok da toplumsal sorunları aktarmaya çalışan toplumsal gerçekçilik akımı bu sansürden etkilenir. Ama bu dönemin önemi de işte dile getirilmeyen konuların dile getirilmeye başlanmasıdır. Yönetmenler de kendi sinema dillerini bulup farklı ifade yolları aramaya başlar. 65’ten sonra Ulusal Sinema filmleri gündeme gelir ve süreç 70’ten sonra daha çok değişir.
*** Şeyda Hanım AKÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema TV bölümünde önce öğrenci olarak okudunuz sonra bu okulda görev yapıyorsunuz, Afyon Kocatepe Üniversitesine öğrencilik yıllarındaki bakış açınız ile şimdi nasıl?
Benim için gurur verici bir yanı olmasıyla birlikte esasında iki dönemim için farklı roller edinmem dolayısıyla göründüğü kadar kolay olmadığını da belirtmem gerekir. Öğrenciyken akademi çok aklımda olan bir alan değildi ve mezuniyet sonrası gelişti bu fikir. Bazen yaş ilerleyince ne yaparsanız yapın asla gençlikte hissettiklerinizi tekrar hissedemeyebiliyorsunuz. Her duygunun o an için bir güzelliği var da diyebiliriz. Şu an burada çalışmaktan dolayı çok mutluyum, 12 sene önce de okumaktan dolayı mutluydum. Yani bazen burada okumamışım gibi geliyor belki de kendime yabancılaşıyorum ama durum bu. Sanırım yaşadığım şey tam olarak yaş almakla ilintili. Umarım güzel akademik çalışmalar yaparak süreci iyi değerlendiririm.
*** Türk sineması ve Dünya sinemasında mutlaka klasikleşmiş çok özel filimler mutlaka vardır. Sizce hem Türk sineması hem Dünya sinemasında 5 er adet film sıralaması istersem nasıl bir tablo ortaya çıkar?
Dünya Sineması
1.Modern Zamanlar (Charles Chaplin)-1936
2.Leon -1994
3.Yeşil Yol -1999
4.Guguk Kuşu -1975
5.Joker-2019
Türk Sineması
- Selvi Boylum Al Yazmalım-1977
- Tabutta Rövaşata -1996
- Kelebekler-2018
- Bir Zamanlar Anadolu’da-2011
- Bal-2010
*** Türk sinemasının bugünlere gelmesinde yönetmenlerin önemi bence çok büyük bu anlamda bir sıralama yaparsak yönetmenler adına kimler sıraya girer ve neden?
Bu soru o kadar zor ki çünkü birkaç tane değil bu liste. Yönetmenlerin hepsinin sinemamıza dokunduğu bir motif var. Yine de bireysel bir soru olduğu için kendi sıralamamı yaparsam; Atıf Yılmaz, Ertem Eğilmez, Şerif Gören, Metin Erksan, Zeki Demirkubuz, Yeşim Ustaoğlu, Pelin Esmer, Emin Alper, Tolga Karaçelik, Reha Erdem, Derviş Zaim, Semih Kaplanoğlu, Ahmet Uluçay bunlardan aklıma ilk gelenler. Ama elbette aklıma gelmeyen pek çok önemli yönetmen de var.
*** Sizce Türk insanı yeterince film seyretmeyi seviyor mu, bir başka deyişle yeterince ilgisi var mı sizce Şeyda Hanım?
En azından film izlemeyi sevmeyen insanlar olmadığımızı biliyorum. Ama ne kadar seviyoruz ya da en çok hangi filmleri izlemeyi seviyoruz gibi araştırılmaya tabi tutulacak bir yorumda tabi ki bulunamam. Lakin eskiden sinemaya gitmeyi daha çok arzuluyorduk gibi geliyor bana. İnsanlar artık sinemaya ya zaman ya da bütçe ayıramaz durumda sanırım. E bir de dijital dünyanın devreye girmesiyle evde küçük ekranlarda her imkana sahip şekilde izleyeceklerini izliyorlar. Bireysel ilgi alanlarına giren filmleri bir adım ötelerinde, istedikleri zaman durdurarak, aynı anda yemek yiyerek izlemek konforlarını düşünen bireylere daha cazip geliyor olabilir. Ama ben duruma tamamen farklı bir açıdan bakıyorum. Sinemanın ayrı bir dokusu vardır, ayrı bir kültürdür sinemaya gitmek. Kişi film izleme anında hem yalnız hem de çok kalabalıktır. Ortak bir duygu etrafında bütünleşen insan fikirleri ya da birbirinin zıttı tartışma konuları film izlerken belirir. Dolayısıyla böylesi bir kültürün devamı için her ne kadar evdeki izleme keyfine ara ara devam etsek de sinemaya gitmeyi ihmal etmemeliyiz. Biliyor musunuz bahsettiğim kültür eskiden kıyafetlere kadar yansırmış. İnsanlar film günleri şık kıyafetlerle salonda yerlerini alırmış. Nitekim sinemaya gitmek, arkadaşların birbirlerini görmesi yani sosyalleşmesi için de ayrı bir fırsatmış. Toparlarsak, ilgisiz bir yapımız yok seviyoruz yani sinema, dizi…Ama tür olarak hangisine yatkınız onu tam bilemiyorum. Çünkü ilgi ve beklentilerimiz her geçen gün değişiyor.
*** Türk sinemasında iz bırakmış birçok aktör ve aktris sayabiliriz değil mi? Onları anmak ve yeni nesillere hatırlatmak adına kimleri sayarsınız?
Şener Şen, Kemal Sunal, Münir Özkul, Adile Naşit, Ayşen Gruda, Sadri Alışık, Gazanfer Özcan, gibi isimler ilk sıralarda geliyor. Kadir İnanır, Tarık Akan, Türkan Şoray, Halit Akçatepe, Gülşen Bubikoğlu yine iz bırakmış önemli yıldız oyunculardı.
*** Sevgili Şeyda Aydoğan hocam aslında sorulacak çok şey var ama bu kahve tadında sohbet bize yeterli gelmedi bu nedenle tekrar bir araya gelmek için fırsat arayacağım bilmenizi isterim. Son olarak bize neler söylemek istersiniz?
Bana yazınızda yer ayırdığınız için çok teşekkür ediyorum. Sizinle sohbet etmek benim için onur vericiydi. Yeniden görüşmek üzere. Umarım herkesin hayatı izledikleri en güzel film tadında hayallerinin ötesinde güzel geçsin. 2023’e girmemize az kala sağlıklı yıllar diliyorum.