Raif Somer ve Ali Fırın adlı iki ‘ustanın’ işlettiği Foto Saray adlı fotoğrafçı dükkânında, geçmişten bu tarafa biriken video cihazları ve fotoğraf makineleri görenleri hayran bırakıyor.
Hepsi de faal olan ve döneminin en ileri teknolojisiyle üretilen ürünlerden oluşan küçük müze Afyonkarahisar’da tek olmasının yanı sıra meraklıların da hayli ilgisini çekiyor.
Afyon kent merkezinde, Anıtpark’ın Valilik binasına yakın bir noktasında hizmet veren Foto Saray, ardında sakladığı uzun tarihten kalan fotoğrafmakineleri ve video cihazlarından oluşturduğu küçük müzeyi işyerinde sergiliyor. Afyon’un tanınmış müzik insanlarından Raif Somer’in 56 yılın tecrübesiyle hizmet verdiği Foto Saray’da, yine meslekte çok uzun yılları geride bırakmış olan Ali Fırın da müşterilerini güler yüzüyle karşılıyor. Ali Fırın fotoğrafçılık mesleğinin yanı sıra küçük bir müzeye dönüşen işyerindeki tarihi makinelerin her özelliğine hakim ve bunu merak eden insanlara anlatmaktan büyük haz alıyor. Hemen hepsi de faal olan makinelerin özelliklerini Ali Fırın’dan dinlemeden önce biraz kendini tanıtmasını istiyoruz:
ALİ FIRIN KİMDİR?
“1966 doğumluyum. 7 yaşında bu mesleğe çırak olarak başladık. Ondan sonra kalfalık, ustalık derken yaş 56’ya geldi. Ömrümüz bizim karanlık odalarda resim baskısıyla, film yıkamasıyla geçti. Dışarıda gün yüzü biraz zor görürdük şimdiki gibi değildi. Karanlık odaya girdiğimizde en az yarım saat film yıkama sürerdi. Film yıkama işi bittikten sonra bunun üzerine rötuş yapılacaksa o yapılırdı, ondan sonra film negatifti pozitif baskı için tekrar içeriye girerdik. Bir yarım saatte o sürerdi. Yani bir resim ve vesikalığın çıkması bir saat sürerdi. Filmin dolmasını beklerdik. Makineye taktığımız 12 pozluk filmler olurdu. Bu film dolmadan çıkaramazdık çok kıymetliydi çünkü. 10, 12 poz dolduktan sonra bile boşa çıkaramazdık, dolmasını beklerdik. Ömrümüz böyle geçti.”
NEDEN BU MESLEĞİ TERCİH ETTİNİZ?
Bu mesleği seçmemde bir akrabamız vardı fotoğrafçıda çalışıyordu kalfa olarak, ona özendik. Onun sayesinde yanında çırak olarak başladık. Ondan sonra devam ettik bu mesleğe, severek yaptık. Ortaokulu bitirdim ve ondan sonra iyice bu mesleğe yöneldim. Afyonkarahisar, Merkez doğumluyum.
‘BİR KİŞİYİ 500’LÜK BEŞ, ALTI TANE AMPULLE ÇEKERDİK’
Globica dediğimiz makine türü, bunun perdeleri ve ayakları vardı. Her tarafa dönerdi. Bu makine ilk önce filme çeker. Plan film dediğimiz parça parça filmler olurdu. O filmi şase yoluyla takardık. Bir kişiyi 500’lük beş, altı tane ampullerle çekerdik. O da anca filmin oluşmasını sağlardı. Çekilen filmleri akşama kadar kutunun içerisinde biriktirirdik. Akşamüzeri fırsat olursa iş acele değilse akşam yıkamasını yapardık. Ama acil ise o kutunun içerisinde atmazdık tek olarak yıkardık. Dışarı çıkardık inan gözlerimiz gün ışığına bakamazdı, alışamazdı. Ondan sonra tam alıştık derken, bir çay içelim derken bir müşteri daha gelirdi. Hadi bakalım tekrar gir içeri bir daha yarım saat, bir saat işlem yapılacak ondan sonra dışarı çıkardık. 1970-1980 arası kullanılan bir makinedir. Makine daha eskidir 55, 60’la dayanır. Bu makine benim kendi kullandığım makinemdi.
‘BU ZAMANA KADAR BİR TANE FLU RESİM ÇEKMEDİM’
Daha sonra diğer makinelere geçildi. 12 pozluk makine, 10 pozluk makinenin içerisinde ‘roll’ dediğimiz uzun sarılan filmlerden takıldı. Yalnız düğünlere 12 pozluk Yashica marka ile giderdik. Sadece buna roll film takılırdı ve 12 poz girerdi. Diyelim bir nikaha gitmemiz lazım makinenin içerisinde 10 poz var ama iki poz kalmış seçilmesi için. O iki pozu boşa çıkarıp danikaha gitmezdik. Çünkü o iki pozda bizim için önemliydi. Nikah salonuna gittiğimiz zaman bizde ne yapardık fırsattan istifade etmek için. Girişi çekerdik, gelin damadı çekerdik sonra şahitleri çekerdik. Hemen o arada fırsat bulalım diye filmi değiştirmeye başlardık. Bunun filmini değiştirmesi de bir saniyelik bir olay değil. En az 35-40 saniye sürüyordu. Bu arada nikah memuruna derdik ki; Ağabey konuşmalarını biraz daha ağıra al ben şu filmi hemen takayım yetiştireyim diye. O da Ali yine mi bütün film getirmedin derdi. Bende aman ağabey idare et derdik o şekilde paslaşırdık. O da ben başlatıyorum elini çabuk tut derdi. Ama şimdi her şey modern şekilde yapılıyor. Bu makine o zamanın en iyi markasıdır, profesyoneldir. O zamanlar, şimdiki gibi otomatik değil her şey. Metre ayarı sabit değil kendimiz ayarladık. Sıkım tuşu nikah çekilirken sabit olurdu, o mesafe üç metreyse üçe getirirdik hemen. Bu makine ile düğünlere gittiğimizde oynayan, dans eden kişileri çekerdik mesela. Şimdi adam hareketli ise biz iki metreye ayarladık. Hızlı hızlı dans ediyorsa hadi bakalım iki buçuğa getir tekrar ikiye getir adamın hareketiyle beraber sürekli buradan ayarlamak gerekiyordu. En büyük sıkıntılardan biriside düğün salonları ışıkları kapatınca biz makinenin üzerindeki rakamları zor görürdük. İki metrede ayarladıktan sonra iki buçuk metreyi çekiyorsun net çekmezdi. Bu zamana kadar hiçbir tane flu resim çekmedim. 40 kişilik topluluk resimleri çektiysem bile 40 kişiye ‘tam çekiyorum, bozmayın gülümseyin’ dediğimde bir tanesi gözünü kırptıysa onu yakalardım ben.
’36 POZLUK MAKİNELER SAYESİNDE İŞİMİZ DAHA DA KOLAYLAŞTI’
Bu makinelerden sonra artık 36’lık pozluk makinelere döndü iş. Filmi takmamızda kapağını açardık, filmi içerisine koyduğumuzda ve sonrasında kapattığımızda otomatik olarak kendisi sarıyordu. Üzerine takılan flaşlar vardı. Flaşların içerisinde lazer ışıkları var. Bu lazer ışıklarını makinenin üzerine taktığımızda kimi çekiyorsan orayı gösteriyordu. Hemen metre ayarını kendisi otomatik yapıyordu. O saatten sonra bizim işimiz kolaylaştı. Düğünlerde karanlık ortamlarda bile bunların lazer ışığı sayesinde daha da kolaylaştı. 36 poz olması ikiye bir film değiştirmemize gerek kalmadı. Bir 36’lık çektiğimiz zaman düğünü bitiriyorduk biz. Diğerinden 10 makara takarken bundan 4 makara takmak işi bitiriyordu.
‘MAKİNEYE BAKILARAK SENİN DEĞERİN ÖLÇÜLÜYORDU’
Yasciha’dan sonra Mamiya’ya geçtik biz. Afyon’da gerçi o zaman yoktu otuz fotoğrafçı. Diyelim ki otuz tane fotoğrafçı var üç tanesinde bu makine vardı. Bu makinelerin her bir tanesi bir ev parasıydı. Çok büyük bir paraydı. Bu marka dünyada birinci sıradaydı. Bazen toptancılar derdi ki onlardan malzeme aldığımız zaman stüdyonun içerisine kafasını uzatırdı, bakardı. Biz neden onun kafasını uzattığını biliyorduk, insan sarrafıyız. Stüdyo sahibinde bu makine varsa o adam dört dörtlük bir fotoğrafçıdır, sağlam biridir denirdi. Makineye bakarak senin değerin ölçülüyordu. Çoğu kişide bu makine yoktu bizde 3 tane vardı.
‘BİZ BU DEĞERİ SÜRDÜRMEYE GAYRET EDİYORUZ’
Daha sonra dijitale geçildi. Eline cep telefonu alan fotoğraf çekmeye başladı. İlk kameralı fotoğraflar çıktığında, biz nikah merasimine gittiğimizde en iyi açıdan resmi çekmeye özen gösterirdik. Bir ara omzumuza vuruyorlardı ‘biraz kenara gelir misiniz artık’ diyerek. Bizim değerimiz oralardan sonra yavaş yavaş bitmeye başladı. Ama biz yinede bu değeri kendimiz sürdürmeye gayret ediyoruz.
‘SANATIMIZ BİR O KADAR İYİYDİ’
Bizim çektiğimiz ve ‘arap’ dediğimiz ilk bakışta bir şey anlaşılmayan daha sonra onu ışığa tutup baktığımızda resmi gördüğümüz fotoğraflar bu ilk anlattığım makineye takılan, plan film dediğimiz tür. Öbürleri de roll film dediğimiz uzun olanlar. Leica dediğimizde 36’lık filmlerdi. Biz asıl bunlara rötuş yapıyorduk. Bunlarda çok ince kalem ucu ile yapılırdı. Az bastırdığında resim kötü çıkardı oynadığın yerler belli olurdu. Onu şimdiye kadar rötuş atıpta belli etmedik. Sanatımız o kadar iyiydi.
‘MÜŞTERİLERE FOTOĞRAFLARINI ANINDA TESLİM ETMEYE BAŞLADIK’
Normalde Polaroid dediğimiz marka çok eski bir markadır. Hemen çekip anında alttan asılırsın 10-15 saniye sonra resim gelen bir makine. Bizde bunun dört objektiflisi vardı. Yani bir kareye dört vesikalık çekiyorduk. Normalde 2-3 saatte fotoğraf verebildiğimiz zamanlarda bu makine çıktı. Bunlar çıkınca müşteri gelirdi ne zamana lazım diye sorardık. 1-2 saat sonra verir misiniz derdi. Bizde hemen veririz derdik. Bunu dediğimizde müşteriler şaşırdı hemen nasıl verecek diye. Bu makine ile dörtlü çekip altından çıkartıp müşteriye nereye gideceksin diye sorardık. Örneğin Tapu Dairesi’ne. Oraya gidesiye kadar açma derdik. Orada aç memur kessin, yapıştırsın derdik. Bunun daha sonra 6 objektiflisi çıktı. Afyon’da yine bizde vardık. Bir karta altı tane vesikalık çekiyordu. Bunlar şimdi basit gelebilir ama o zamanlar için bu ekipmanlar çok önemliydi.
MAKİNELER SATILIK MI?
Bu makineleri kendimiz teşhir için burada koruyoruz. Bazen makinelerimize talep oluyor satar mısınız, satmak ister misiniz diye. Biz bu makineleri satmak istemeyiz hepside elimizden geçti. Fark edersiniz ki ilk günkü gibi tertemiz duruyor. Biz bunları günlük olarak siliyoruz. Ömrümüz bu makinelerin üstündeki tozları almakla geçti. O zamanlar bu makinelerin bakımı, dikiş makinelerinin yağları oluyordu onlarla hafif bezi nemlendirerek silerdik. Hem parlatırdı hemde tozunu alırdı. Objektifini silmemek şartı ile temizlerdik.
Daha sonra dijitale döndük. İlk Kodak markası dijital bir kamera çıkardı. Daha sonra diğer markalarda ürünlerini çıkardılar. O zamanlar eski makinelere alışkın olduğumuzdan böyle dijital makineyi tutmak bile içimize sinmezdi. Ondan sonra dijital makinelerde profesyonelleşmeye başladı. İlk dijital makineler 15 pozluk çekip hafıza kartıyla aktarırdık. Daha sonra tekrar tat hafızayı sil. İlk zamanlar bunlarla da sıkıntı çektik. Ama daha sonra teknolojiyi takip ettiğimiz müddetçe mümkün olduğu kadar geri kalmamaya gayret ediyoruz.
‘GELEN MÜŞTERİNİN HANGİ TARAFINDAN FOTOĞRAF ÇEKİLECEĞİNİ BİLİRDİK’
Eskiye dönmek isterim. Mesela şöyle dönmek isterim, bir kişi ilk geldiği zaman ben vesikalık çektirmek istiyorum dediğinde ilk önce şöyle bir yüzüne bakardık. Ne zaman lazım, kaç tane lazım derdik. Daha sonra gelen müşterinin ne tarafından resim çekilir, fotojenik yönü neresi diyerek müşteriye sormadan önce yüzünü incelerdik. Bu arada sağından çeksek daha iyi olur, solundan çeksek daha iyi olur diyerek kendi içimizde konuşurduk. Ama diyelim adam para bozdurmaya gelirdi ona bile alışkanlık haline gelmiş ki hangi yönünden çeksem daha fotojenik durur diye düşünürdüm.
‘BİRÇOK ÜNLÜNÜN FOTOĞRAFLARINI ÇEKTİM’
Belkıs Akkale’yi çektik, İzzet Altınmeşe’yi çektik. Onlar buraya konser vermeye geldiklerinde fotoğraflama şansım oldu. Hatta bir ara Ümit Tokcan vardı. O zamanlar için meşhurdu onu çekme fırsatı buldum. Neşe Erbek vardı ünlü bir mankendi onu çektim. O günler çok güzeldi.
‘BU MESLEK BİTMEZDE SAYGISI BİTER Mİ ONDAN KORKARIM’
Bu meslek bitmez. Bitmezde saygısı biter mi ondan korkarım. Biraz daha fotoğrafçı arkadaşlarımızın sanatına ağırlık koyması lazım. Mesela ben misafir olarak gittiğim düğünlerde görüyorum, şöyle bir kameramana bakıyorum. Kamera omzunda eli telefonda onu demek isteyeceğim yani veya kamera kayıtta sigara içiyor gibi birçok örnek verebilirim. Demek istediğim fotoğrafçının biraz ağırlığı lazım. Biz düğün salonlarına giderken taksiyle götürürlerdi. Orada iş biter ikram verirlerdi dükkanınızda yiyin diyerek. Sonra taksi çağırırlardı bizi dükkanımızın önüne kadar getirirlerdi. Böyle bir itibarımız vardı eskiden. Şimdi biraz daha kişilerin ağır olmasının faydası var. Bunlar basit şeyler ama hoş şeyler değil.
‘MÜŞTERİ FOTOĞRAFI BEĞENMEZSE TEKRARDAN ÇEKİM YAPIYORUZ’
Dürüst çalıştıktan sonra işin her zaman iyidir. İçinde müşteriyi kazıklıyım, bu müşterinin parasını bir kez alayım dediğiniz zaman işlerinde iyi olmaz, durumunda iyi olmaz. Mesela biz anında bile vesikalık versek, biyometrik resim bile versek müşteri parasını verirken onun yüzüne bakarız resmi beğenmiş mi beğenmemiş mi diye. Bunu şimdi kimse yapmıyor bence. Müşteri resmi incelerken yüzünde bir ekşime olursa, bir anormallik olursa deriz ki yardımcı olalım tekrar çekelim. Hemen stüdyoya alırız ve para almayız. Mümkün olduğu kadar bizler buradan müşteriyi güler yüzle göndermeye gayret ediyoruz.” Buğra Avşar