Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

‘AŞAĞI İN KİLİSESİ’ YERİNE ‘CUMHURİYET’

Araştırmacı Gazeteci Mustafa Türk’ün

Araştırmacı Gazeteci Mustafa Türk’ün kaleminden geçmişten günümüze anıları ile uzanan keyifli güzel bir yazı.

 

Sevgili okurlarım 2023 yılının bu ilk günlerinde sizleri bugün çok gerilere götürmek istiyorum. Çünkü geçmişten günümüze kadar olan ilimizde bilinmeyen birçok bilgiyi sizlere ulaştırmanın keyfini, kahve tadında anılarımla ile birlikte olmanın mutluluğunu yaşayalım istiyorum.

 

Yıl 1965 çatılarda bir metreyi bulan buz sarkıklar. Sokaklarda diz boyunu geçen karlar altında sıcak bir yaşam.

1907 yılında yapılmış üç katlı evimizin penceresinden seyretmekle geçmişti kış ayları. Mahallemizde arkadaşlarla oyunlar oynayamıyordum. Sanki hayat bizim için durmuş gibiydi.

Büyükler bu zorlu şartlar altında sabahları dışarı çıkıp akşam saatlerinde eve dönüyorlardı. Üç katlı evimizin ikinci katında küçük bir oturma odamız vardı ana sokağa bakan. Onun penceresinden saatlerce dışarı bakardım soğuk kış günlerinde. Belki de en büyük eğlencem sokak satıcılarıydı. Onları izlerken bugünün televizyonları kadar olmasa da özel bir yerde duran açıldığı zaman yeşil ışık veren radyomuzdan gelen müzikleri sesleri olurdu.

 

Bir an önce karlı buzlu havanın bitmesini bekler olmuştum. Kış bir türlü bitmek bilmiyor uzadıkça uzamıştı sanki.

Bugünün çocukları gibi eğlenceleri olan ne akıllı telefonlar ne televizyonlar ne de bilgisayarlarımız vardı.

Tek eğlencemiz havaların iyi olduğunda oynadığımız tahtadan yapılmış futbol sahası, saklambaç, körebe ya da yakan top gibi oyunlardı.

 

Beklediğim bahar havası yavaş yavaş gelmişti artık. Mahallemizde arkadaşlarla oynayabiliyorduk. Benden büyükler okula gidiyorlardı. Aslında okulu da merak ediyordum. Orada ne yapıyorlar farklı oyunlar mı oynuyorlar diye. Bu merakımı gidermek için bir gün gizliden gizliye Ahmet abimi takip ettim.

 

Okul evimizin iki sokak altında. O zamanlar adını bile bilmediğim ama sonradan benim de okulum olacak Namık Kemal ilk okuluna vardım. Etrafımızda küçüklü büyüklü konak evler ama okul çok farklıydı. Sarı boyalı beton yapılmış bir bina, okulun bahçesine korkarak girdim. Küçük bir bahçesi vardı. O bahçeden aşağı doğru merdivenlerden inerek, çok güzel bina dikkati mi çekmişti. Pencerelerinde farklı renklerle yapılmış camlar, muhteşem duruşu ile göz kamaştıran taş bir bina.

Bu güzel binanın İçerisine giren çıkan daha çok ablalardı. Neredeyse hepsinin saçları örgülü, neşeli, tertemiz kıyafetler içerisinde bir kuğu gibiydiler.

Taş binayı çok da merak etmiştim çünkü o ana kadar böyle bir bina hiç görmemiştim. Mahallemiz genellikle ahşap ve kerpiçten yapılmış birbirine dayalı konak evlerdi. Komşular birbirine daha samimi ve çok yakın insanlardı. O güzelim taş binayı geride bırakarak hızlı adımlarla evimin yolunu tuttum.

Rahmetli canım annemin bana seslendiğini duydum. Sokak kapısından içeri girip bahçemizin bulunduğu alt katımıza yöneldim. Buram buram kokan katmer pişirdiğini gördüm.

O güzelim sesi ve sıcaklığı ile oğlum neredesin diye seslenişi hala kulaklarımda. Ocağın yanı başına koyduğu tepsi içerisinde katmer, peynir ve domatesi büyük bir zevkle yedim. Tadı hala damağımda unutmam mümkün değil.

Bahar ayları, yaz derken yağmurlar sonrasında yeniden zorlu geçen kış ayları başlamıştı. Sıkıcı geçen bir kışın ardından, Hıdırlık tepesinde çiğdemler toplamaya başladık arkadaşlarımla. Bazen de ulu küllük dediğimiz alanda top oynamayı çok severdik. İşte o günlerin birinde annem elimi yüzümü yıkayıp elbiselerimi değiştirdikten sonra elimden tutarak beni, aklımdan hiç çıkaramadığım renkli camları bulunan o muhteşem taş binanın yanındaki okula getirdi. Sonra bana dedi ki artık sende abin gibi okula başlayacaksın. Sevindim çok mutlu oldum. Simsiyah bir önlük giydirmişlerdi hiç hoşuma gitmedi ama ses bile çıkaramadım. Artık okula başlama vakti gelmişti. Ahmet abim önde ben arkada okulun yolunu tuttuk. Abim ilk okulun son sınıfında ben ise yeni başlıyordum. Ahmet abimin çok sert yüzü gülmeyen bir öğretmeni vardı çok iyi hatırlıyorum.

Benim öğretmenim ise tam tersine çok sevecen biri olarak hafızamda yerini aldı. Müzeyyen öğretmenim bir yıl sonra okuldan ayrıldı. Çok neşeli hayat dolu sevecen çok cana yakın birisi olarak hayatım da çok önemli bir yer kaplar. Yıllar sonra müzeyyen öğretmenimi bulmak için çok çalıştım ama bulamadım. Namık Kemal İlk okulu arşivlerini taradım ama yine de bulamadım. Öldüyse mekânı cennet olsun, sağ ise onu görmeyi cenabı Allah’ım bana nasip etsin inşallah.

 

Yıllar yılı kovalamaya başlamış o taş binadan bulunan ablarımız bizim derslere girmeye başlamışlardı. Aslında o binanın ilk önce Askeri hastane olarak kullanıldığını sonra öğretmen okul olduğunu anlattılar bize. Bu okulda okuyan ablaların stajlarını farklı okullarda ve bizim okullarda yaparlardı.

İşte o ablalardan birisi olan stajyer Servet öğretmenimiz ile çok güzel bir diyalog kurmuştuk.

Benim her şeyim ile ilgileniyor evine davet ediyor ailesi ile tanıştırıyordu. Hiç unutmam ilk evlerine gittiğim yer aslında bu günkü şehrin tam ortası olan Anıtpark yanındaydı. Oysa o yıllar bizler Cumhuriyet ilk okulunun bulunduğu yerde oturuyorduk. Servet öğretmenimin evine gitmek ne uzun gelmişti.

İki katlı bir bina alt katında bir dükkân, onun yanında bir kapıdan içeriye doğru girdim, dik tahta merdivenlerden yukarı basamakları geçerek ikinci bir kapı açıldı gülen yüzü ile beni içeri aldılar.

Servet öğretmenim bana annesi ve orta okulda okuyan kız kardeşi Fatoş ile tanıştırdı. Rüyada gibiydim, bu kadar sevildiği mi hiç hatırlamıyorum. Görmediğim güzellikleri, daha önce hiç tatmadığım lezzetleri alıyordum. Saatin nasıl geçtiğini bile hatırlamıyorum.

Servet öğretmenim artık eve dönmen lazım ben annenden bu saate kadar izin aldım diyerek beni Bedesten çarşısına kadar getirdiğini hatırlıyorum. Servet öğretmenim hayatımda her zaman özel bir yerinin olduğunu söylemek isterim.

Çünkü hayatın baharında bu dünyadan uçup gitmişti genç yaşta. Yıllarca ölümünün etkisinden kurtulamadım. Yaşadığım sürece de anıları ile hep yaşayacak benimle.

Okulumda birbirimize uyumlu arkadaşlarım vardı çok mutluydum. Ama bir şeyi çok merak ediyordum,

Öğretmen okulu olarak kullanılan o taş binayı,

Kalenin eteğinin hemen yanında bulunan eski bir yapıyı,

Halk arasında ‘’ gavur hamamı’’ denilen yapıları.

 

Merak ettiğim bir başka yerde günümüzün büyük bir bölümünde futbol oynadığım Cumhuriyet ilk okuluydu.

Çünkü Cumhuriyet ilk okulunun bulunduğu yerde daha önce bir kilisenin olduğunu duymuştum.

Yıllar sonra bunu araştırmıştım. Bu yazımın içerisinde kısaca bunlardan bahsetmek isterim. Afyonkarahisar merkezinde üç tane killisinin var olduğunu artık hepimiz bilmeliyiz.

Aslında bu yerleri anlatmadan önce o yıllarda Afyonkarahisar’da kimler varmış biraz onlardan biraz bahsetmek daha iyi olacak gibi.

 

1856 Yılında Islahat Fermanı ile azınlıklara verilen okul açma izni ile

Afyonkarahisar’da 1 erkek, 1 kız, 1 Protestan olmak üzere ilkokul ile

1 kız, 2 erkek Ermeni Rüştiyesi açılır.

 

Çocuklarını burada okutmak istemeyen gayri müslim aileler il dışındaki farklı okullara ya da tarihi ünlü okullar arasında yer alan benim de okuduğum Afyon lisesine gönderirlermiş.

Yapılan bir araştırmada Afyon lisesi kayıtlarında gayri Müslüm öğrenciler gözükmektedir.

Afyonkarahisar diğer Anadolu şehirlerine göre Gayri Müslim’i daha az barındıran bir şehir olarak dikkat çekmesine rağmen o dönemlerde Afyonkarahisar’da 227.659 Türk yaşarken,

7.439 Ermeni,

632 Rum

Vatandaşı bulunmaktaymış.

Nüfusunun çoğunluğunu Türkmen ve Yörüklerden oluştuğunu görebiliyoruz. Osmanlı Devleti’nin durumunu vaziyetini görmek amacı ile seyahatnamesi ile dikkat çeken Polonyalı Simon aslında Ermeni bir aileye mensuptur. Kudüs’e hacca gitmek gayesi ile çıktığı seyahat dolasıyla İstanbul’a gelince anadolunun en uzak bölgelerine, Osmanlı topraklarının her yerine gezi yapmış. İstanbul’da kaldığı ikinci gelişinde Ege ve Marmara bölgelerinde bu gezilerine devam etmiş. İlimizde bulunan üç kilisenin durumunu bu gezide kaleme almıştır.

Gayri Müslüm olan Polonyalı seyyah Simon’un 1608-1619 bir kitabında dikkat çekici bir bilgi gözüme çarptı. Afyonkarahisar’da yaşayan Ermenilerin Ermenice bilmediklerini tam aksine Türkçe konuştuklarından bahseder.

İlimizde şu anda yaşayan kimler olduğunu bilmediğimiz bazı ailelerin köklerinin buradan geldiği halk tarafından zaman zaman söylenmekte.

Afyonkarahisar’da azınlıklara karşı 9 Haziran 1915, 8 Şubat 1916 tarihleri arasında başlatılan harekât neticesinde Yunanlılarla iş birliği içerisinde bulunan altı bine yakın Ermeni, Rum vatandaşı çeşitli yollarla yurt dışına gitmişler.

Afyonkarahisar Ermenilerinin büyük bir kısmı milli mezhepleri Gregoryen kilesine mensup olmalarına rağmen Katolik ve Protestan olanları da gözükmekte.

Afyonkarahisar kalesinin eteğinde bulunan Meryem Ana Kilisesinin iki katlı olup misafirhane ve okul olarak kullanılmış.

O günlerden günümüze ulaşan sadece duvar ve kemerleri var.

Afyonkarahisar’ın bu kilisenin yanı sıra Ulu caminin güney tarafında Avrupalı ve Amerikalı misyonerler tarafından yaptırılmış bir kilise daha bulunmakta. Bu kilise 1915 yılından sonra Askeri hastane ve son olarak Öğretmen Okulu olarak kullanılmıştır. 1960 yılların sonlarında yıkılan kilisenin şu an ki yeri okulun bahçesi durumundadır. Yazımın başında anlattığım renkli camları olan o taş binanın burası olduğunu ve yıkılmadan burayı gören bir insan olarak mutluyum.

İlimizdeki diğer önemli bir kilise ise Aşağı kilise olarak bu günkü konakların bulunduğu alan içerisinde, Cumhuriyet ilk okulunun bulunduğu yer olduğunu daha önce söylemiştim.

Hatta satır arasında şunu da belirtmek isterim araştırmacı değerli bir arkadaşıma burada eski bir kilisenin var olduğunu duydum dediğimde aldığım cevap bana çok enteresan gelmişti. Kesinlikle böyle bir durum yok demişti. Şimdi sadece gülüyorum ne diyebilirim ki işte kanıtı demekten.

Bir zamanlar Katolik kilisesi olarak şehrin en güzel yerine yapılmış olan Aşağı kilise Cumhuriyetimizin kurulmasından sonra yıkılmış, yerine 1926 yılında kullanılan okulun inşaatı başlamış ve 1931 yılında tamamlanarak Cumhuriyet İlk okulu adı verilmiş. O yılları düşünecek olursak farklı bir yaklaşım olmuş. Kilise üzerine Cumhuriyet. Bu kilise ile ilgili o kadar araştırma yapmama rağmen bir tek fotoğrafına ulaşamamam benim tek üzüntüm oldu. Cumhuriyet ilk okulunu ziyaret ettim. Okul Müdürü Sinem Özbudak hocam gerçekten çok iyi karşıladı. Elinde bulunan fotoğraflara baktık birlikte ne yazık ki istediğim bir fotoğraf çıkmadı.

Ermenilerden kalma üç kilisenin dışında onlardan günümüze kadar uzanan en önemlisi halk tarafından ‘’gavur Hamamı ‘’ olarak bilinen Millet hamamı dikkat çekmektedir. Ermeni tarzı ile yapılan bu hamam o yıllarda gayri Müslüm kişiler tarafından yapılmış ve Ermenilere ait birçok binanın harcamalarının karşılandığı bir vakıf olarak göze çarpmaktadır. Bu bina şu anda ilimizin geçmişten günümüze hamam kültürünün yaşatıldığı bir müze haline getirilmiş durumda. Keşke ilimizin birbirine çok yakın yerlerde bulunan üç kilisenin yıkılması olmasaydı bugün turizm alanında ilimize çok katkıları getireceğini aynı zamanda birer yaşanmış kültürel birer varlık olarak durması muhteşem olurdu. Aslında Karahisar kalesinin hemen altında bulunan sadece giriş kemerleri duran yıkık bu binanın yeniden aslına uygun olarak yapılması çok da zor olduğunu düşünmüyorum. Ama şartlar nasıl olur bu bilmiyorum. Yetkili makamlar burası ile ilgili umarım bir şeyler düşünüyorlardır.

 

Saygı değer güzel okurlarım uzun bir yazı oldu biliyorum ama yaşanmışlıkları bir kalemde silemiyorsunuz, yine de bazılarını es geçtim sizleri fazla sıkmamak adına. Hayat çok kısa sizde biliyorsunuz bu anlamda yaşadığınız olayları lütfen küçük küçük not alın ki, sizden sonra gelecek nesillere bir şeyler bırakın kültürel ve sosyal anlamda. Her şey gönlünüzce olsun sevgi ve sağlıklı kalın.