Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Ahmet Semih Tulay

ANTİK ÇAĞDA DÜĞÜN VE EVLİLİK

Bugün olduğu gibi günümüzden 2500 yıl öncede antik çağ insanı için evlilik önemli ve kutsal idi. Hatta bu konuda tanrıların, kahramanların, kimi ünlü insanların evliliklerine ilişkin üretilmiş mitolojik öyküler, arkeolojik eserler vardır. Örneğin, baştanrı Zeus ile Hera’nın evlilikleri arkeolojide Hieros Gamos “kutsal evlilik” olarak adlandırılır ve özellikle vazolar üstünde resmedilmiştir.

Antik çağda evliliğin başlıca öğesi ve ilk adımı günümüzdeki gibi nişan idi ve kadınla erkeği kefil olabilecek tanıkların önünde birbirine bağlardı. Nişan yasal olarak bir anlam taşımasa da verilmiş bir söz sayılıyordu.Bir başka önemli konu çeyiz idi ve çeyizin kız evinden götürülmesi bir törenle gerçekleşiyordu. Çünkü çeyizin damadın evine gitmesi demek gelinin artık yeni evinin bir üyesi olduğu anlamına geliyordu. MÖ 5. yy’da bir kızın çeyiz getirmesi uygulamasından ziyade evlenecek erkeğin kızın babasına bir tür başlık parası verdiği dikkat çekmektedir. Bu genellikle inek oluyordu.

Genç kızın yeni evine uyum sağlaması için düğün, bir kaç gün süren bir dizi etkinliklerden oluşurdu. Hazırlık günü yani ilk gün gelin ve damat tarafından tanrılara kurban ve adaklar sunulurdu. Örneğin, düğünden önce gelin adayı kız, çocuk kıyafetlerini ve oyuncaklarını tanrıça Afrodit tapınağına bırakırdı. Ayrıca gelin adayı kız tanrıça Artemis’e adak verirdi. Bunun amacı Artemis’e o zamana kadarki koruması için teşekkür etmek ve doğum sırasında onun korumasını sağlamaktı. Bu adaklar genellikle gelinin “kızlık saçının” kesilmesi biçiminde olurdu. Ayrıca bir kızın ergenliğin başlangıcından beri taktığı bakire kuşağı çıkarılıp tanrılara adanırdı.

Düğün sabahı gelin banyosu yapılırdı. Bu, düğün sürecinin önemli bir parçasıydı. Suyun düğünün yapıldığı yere bağlı olarak belirli bir kaynaktan getirilmiş olması gerekirdi. Su loutrophoros adı verilen üzerlerinde düğün sahnelerinin betimlendiği özel su testileriyle taşınırdı. Bu kaplarla su taşınması işi için özel bir çocuk ya da kızın bakire arkadaşları görevli olurdu. Getirilen bu suyla geline banyo yaptırılırdı. Gelin banyodan sonra samimi bir arkadaşının yardımıyla giyinirdi. Gelinin olabildiğince süslü giydirilmesi varlıklı ailelerin gösteriş yapması için bir fırsattı. Gelin bir kolye ve bir taç takardı. Vazo resimlerinden bu tacın genellikle metalden yapıldığı anlaşılmaktadır. Gelin kostümünün en önemli parçası duvak idi ve gelin kızın bekaretini simgelerdi. Damat gelin kadar olmasa o da süslenirdi. Damatların bir pelerin ve başına bir çelenk taktığı bilinmektedir. Bu arada yüzüğün nişan ve evlilik simgesi olarak kullanılmasının Roma döneminden kalma bir gelenek olduğunu belirtelim.

Eğlence ve şarkılar düğünün önemli bir parçasıydı. Düğünlere özgü düğün şarkıları konuklar tarafından söylendiği gibi profesyonel müzisyenler bu yeni evlilikle oluşacak akrabalığı, gelecekteki çocukları kutsayan, tanrılara adanmış şarkılar söylerlerken danslar yapılırdı. Daha sonra ya gelinin ya da damadın evinde ziyafet verilirdi. Hem erkekler hem de kadınlar aynı masada birlikte yemek yerlerdi. Ayrı yerlerde yemek yemeleri nadir görülen bir durumdu. Düğünde ballı susamlı tatlı ikram edilmesi bir gelenekti.

Törenin bir sonraki aşaması düğün alayı ya da araba alayı olarak adlandırılırdı. Gelin alayları bu noktada çok önemlidir. Büyük olasılıkla “araba” ya küçük bir at arabası ile ya da gelin ve damat yaya olarak yeni evinlerine doğru yürürlerdi. Alayda müzisyenler, gelinin arkadaşları ve yakınları bulunur ve alay neşeli bir şekilde damadın evine doğru yol alırlardı. Bu aşama önemli sayılırdı. Çünkü dışarıdan bakan ya da şenliği duyan herkes gelin ve damadın birlikteliğini görecek ve bu şekilde toplumda kabul göreceklerdir.

Tören bundan sonra damadın evinde devam ederdi. Damadın annesi, babası ve her iki ebeveyni de hayatta olan bir çocuk geline eşlik eder ve gece gelinle birlikte damadın evinde uyurdu. Bu çocuk hem iyi şansı, hem de evli çiftin gelecekteki çocuklarını temsil ederdi. Bu gelenek, bir kadının asıl amacının çocuk, özellikle de erkek varisler üretmek olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. Bu arada bir başka tören ise yeni çifti bereket ve uzun ömürlülüğü sağlamak için hurma, para, kuru meyve, incir ve fındık yağmuruna tutmak biçiminde olurdu. O akşam yeni gelin ocağın etrafında yeni doğan bebeğe benzer bir şekilde birkaç kez dolaştırılırdı. Sonra geline olgun bir meyve verilirdi. Bunu kabul etmesi, çocuk doğurma rolünü kabul etmesinin sembolü olurdu. Gecenin sonuna doğru gelinin duvağı açılırdı. Damat odaya arkadaşlarının şakaları eşliğinde uğurlanırken gelinin arkadaşları da evin dışında iyi dilekler dileyerek şarkılar söylerdi. Gecenin son ritüeli gelin ve damat arasındaki evliliğin tamamlanması olurdu. Bu kapalı kapılar ardında gerçekleşecek olsa da, kapının diğer tarafında konuşlanmış kişiler yer alırdı. Örneğin, damadın arkadaşlarından biri koridoru korumak, hem insanları odadan uzak tutmak hem de gelin ya da damadın kaçmaya çalışmadığından emin olmak için orada bulunurdu. Gece boyunca şarkı söyleyen bir grup ve sabah çifti uyandırmak için görevli bir başka şarkıcı grup daha düğün evinde yer alırdı.

Üçüncü ve son gün özellikle hediyelerin verildiği gün olarak bilinirdi. Hediyelerin, kadının yeni evinde gereksinim duyacağı her türden eşyalar idi. Kadın damada kendi dokuduğu bir giysi verirdi. Üçüncü gün ayrıca daha fazla ziyafet ve dansla kutlanırdı. Gelin, yeni damadının mümkün olduğunca çok sayıda erkek akrabası için yemek pişirirdi. Bu, gelinin eve kabul edilmesi ve meşru bir düğünün gerçekleştiğinden emin olunması için önemli bir adım olurdu.

Anadolu’da kurulan imparatorluklardan biri olan Bizans’ta ise gelin damadı altın, gümüş işlemeli özel ipek bir kumaştan hazırlanmış giysi giymiş ve yüzü örtülü olarak karşılardı. Gelin, damat yaklaştıkça yüzündeki peçeyi yavaş, yavaş açar ve sonra akrabaların, davetlilerin oluşturduğu kalabalıkla şarkılar, meşaleler eşliğinde kiliseye doğru yürünürdü. Yol boyunca gelinle damadın üzerine gül yaprakları serpmek geleneği vardı. Kilisedeki bu törenden sonra düğüne katılan herkes ziyafet için geldikleri yolu izleyerek gelinin evine geri dönerlerdi. Gece olduğunda ise bütün konuklar yeni evli çifte gelin odasına kadar eşlik ederdi. Gerdek gecesi damadın maddi gücüne göre geline bir nevi yüz görümlüğü olarak altın, gümüş gibi maddi değeri yüksek olan kemer ve yüzük gibi takılardan birini vermesi gelenekti. Ertesi sabah ise konuklar genç çifti müzikle uyandırırlardı.

Sonsöz: Yukarıda özet olarak sunduğum 2500 yıllık antik düğün geleneği size tanıdık geldi mi? Nişan, çeyiz, gelin hamamı, yemekler, eğlence, armağanlar, yüz görümlüğü vs hep aynı değil mi? İşte bu gelenek Anadolu’nun kültürel devamlılığının ve bu toprakların kültürel zenginliğinin göstergesidir. Yani demem o ki Batının bizi kıskanması boşuna değildir. Çünkü bu denli kültürel devamlılık Anadolu’dan başka hiç bir yerde yoktur.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER