Cumhuriyet’in 10. yıldönümünde verilen bir konferansta konuşmacı ‘sanayide, ekonomide o kadar ileri gittik ki Avrupa’nın önündeyiz’ der. Yahya Kemal, yanındaki zata döner, ‘Biz Avrupa’dan ya geri kaldık ya ileri gittik. Bir türlü birlikte olmadık.’ der.
Yahya Kemal, Nazım Hikmet’e edebiyat dersi vermektedir. Nazım Hikmet’in annesi Celile Hanım çok güzel kadındır ve duldur. Yahya Kemal ona ilgi duymaktadır. Bunu anlayan Nazım Hikmet,Yahya Kemal’in cebine ‘Hocam olarak geldiğin bu eve babam olarak çıkamazsın!’ der.
Bir gece Atatürk’ün emriyle Nazım’ı köşke davet edeceklerdir. Bin bir güçlükle Nazım’ın evini bulurlar. Kapıyı açan Nazım’a ‘Atatürk sizi emrediyor’ denince Nazım, ‘Ben, denizkızı Eftelya değilim’ der ve kapıyı kapatır. (Eftelya, Safiye Ayla’nın rakibi güzel gözlü bir Rum kızı, sanatkardır.)
Tevfik Fikret, iyi bir eğitimci, iyi şair, iyi gözlemcidir.
Han’ı Yağma şiirinde: Yiyin efendiler yiyin bu doyumsuz sofra sizin
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin
Verir zavallı memleket ne varsa malını
Hemen yutun, düşünmeyin haramını, helalini.
Oğlu Haluk’a yazdığı not ve şiirlerde de materyalist bir duygu ve hava verir. Haluk, Amerika’da papaz olur. Kilisede vaazlar verir.
Necip Fazıl: İnsan bu su misali, kıvrım kıvrım akar ya
Bir yandan akan benim öbür yanda Sakarya
Su iner yokuşlardan hep basamak basamak
Benimse alın yazım yokuşlarda susamak.
Zindandan Mehmet’e mektup…
Zindan iki hece Mehmedim lafta
Baba katili ile babam bir safta
Bir de geri adam, boynunda yafta
Halimi düşünüp yanma Mehmedim.
Necip Fazıl, şair olduğu kadar iyi bir hatipti. Ben 1960’lar sonunda Milli Türk Talebe Birliği binasında Çağaloğlu’nda iki konferansını dinledim. Rahmetli Vahidettin’i severdi. Bu konuşmasında Atatürk aleyhinde de sözler söylemişti.
Sinirden bir yanağı titrer, göz kırpar gibi olurdu. Bu yüzden vapurla karşıya geçerken bir kadın, göz kırpmayı kendine yapılmış zannederek, üstadın üzerine yürür. Öğrenciler kendisine durumu anlatır. Osmanlı’nın son döneminde yaşamış, Fransa’ya gitmiş, üniversite derslerine devam etmiştir.
Yahya Kemal de Fransa’da vurulmuş, meşhur bir tarihçinin dersini dinlerken, bir talebe ‘ Efendim, ben Almanya’da şöyle bir olaya şahit oldum’ diyince, hoca ‘Kanıtı?’ der. Talebe ‘benim’ der. Hoca, ‘Yazda ver kanıt olsun.’ Tarih kanıtla yazılır.
Süleymaniye’de Bayram Sabahı: Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede
Bir mehabetli sabah oldu Süleymaniye’de
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati
Dokuz asırdır bütün halkı, bütün memleketi
Yer yer aksettiriyor muhteşem manzaradan
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan
Yahya Kemal’e Ankara’nın nesini seviyorsun diye sorulunca ‘İstanbul’a dönüş yolunu’ der. İstanbul aşığıdır. ‘Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul’ şiiri bunun en güzel ifadesidir.
Ömer Seyfettin, esas mesleği askerlik olan bir hikayecidir. ‘Ben Gönen’de doğdum’ diyerek, Gönen’de doğduğunu, askerlik mesleğini seçip harbiyeyi bitirir. Yüzbaşı olarak Balkanlara gönderilir. Senelerce Bulgar çeteleriyle savaşır. Mecburi hizmeti bitince Boğaziçi Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yapar. ‘Beyaz Lüle’ hikayesi Bulgaristan’da geçen ve Bulgar zulümünü, tecavüzünü anlatan acıklı bir hikayedir. Kaşağı, yine acıklıdır. ‘Yüksek topuklar’ da bir konakta geçen trajikomik bir olayı anlatır. Lisede öğretmenlerle konuşurken, Almanların bize yardım edeceğini söyleyen öğretmenlere ‘Katiyen yardım edemezler’ der. Çaycı Mehmet Efendi’ye ‘Sen ne dersin?’ Mehmet Efendi, ‘Kelin ilacı olsa kendi başına sürer’ der.
Ömer Seyfettin, şeker hastasıdır. O devirde çaresi yoktur, şeker koması ile vefat eder. Ruhu şad olsun. Şair Abdülhak Hamit 1852-1937:
Eyvah ne yer ne yar kaldı. Gönlüm dolu ahizar kaldı
Şimdi buradaydı gitti evden, gitti ebe de gelip ezelden
Ben gittim o haksar kaldı, bu köşede turuma kaldı
Baki ı enis-i dilden, eyvah Beyrut’ta bir mezar kaldı.
Makber şairi kurban seçmek için pazara gider, 15 yaşlarında bir oğlan öğrenci vardır. Gezerken Şair Nigar Hanım’ı görür, çocuğa ‘Oğlum şu hanımın önüne gitti, eğil ve de ki Sultan’ım bunu kurban etmeyin, beni kurban edin.’ Nigar Hanım bu toy oğlanın böyle bir şey söyleyemeyeceğini, bunun bir söyleten olduğunu anlar ve etrafa bakar. Hamit’i görür, oğlana ‘Oğlum senden kurban olmaz, şu boynuzluya git ve de ki benden kurban olmazmış, sen olacaksın!’
Şair Nigar Hanım, 1856 doğumlu
Feryat ki feryadıma imdat edecek yok diye başlayan duygusal şiirler şairi.
Aşık Veysel, yüzün yırtsam kazma ile bel ile
Yine beni karşıladı gül ile
Şiirlerde çok geçen iki isim Leyla ve Mecnun, İran’da bir beyin oğludur. Leyla’ya aşık olur. Fakat Leyla’nın ailesi konar göçer bir ailedir. Bir gün giderler, Mecnun zamanla kendisi de bey olacaktır. Babasını dinlemez ve yollara düşer, Leyla’yı arar.
Bir gün dalgınlıkla camda namaz kılan birinin önünden geçer, adam namazı bozar. Mecnun’un yakasına yapışır. ‘Sen benim aşık olduğum Allah’la arama nasıl girersin?’ der. Mecnun, ‘Ben aşık olduğum Leyla’dan başka gözüm bir şey görmezken, sen nasıl olurda Allah’ın önünde beni görürsün!’ der.
Oranın beyi emir verir ‘Bulun şu Leyla’yı’ der. Adamlar etrafa dağılır ve Leyla’yı bulurlar. Leyla, kara kuru çirkin bir kızdır. Bey, ‘Sen bunun için mi çöllere düştün?’ der. Mecnun, ‘Ona bir de benim gözümle baksanız’ der.
Şarkılarda ‘lokman hekim gelse…’ bir Lokman Hekim vardır. Kimdir bu hekim? Ab-ı hayat suyunu bulduğunda ölen Lokman Hekim bir simsiyah zencidir.
Bir kadın yanına gelir, simsiyah Lokman’ı görünce irkilir. Lokman, ‘Boyayı mı beğenmedin boyacıyı mı?’ der.
Nesimi:
Kah çıkarım gök yüzüne seyrederim alemi
Kah inerim yer yüzüne seyrede alem beni
Dediler ki o yar ile hoş musun?
Hoş olayım, olmayayım o yar benim kime ne.
Gökyüzüne nasıl çıkıyor, nasıl iniyor, o yar kim?
Namık Kemal, 1840-1888 Vatan şairi düşünür…
Sıtk ile terk edelim her emeli her hevesi
Kralım hail ise azmimize ten kafesi
İnledikçe eleminden vatanın her nefesi
Gelin imdada diyor, bak budur Allah sesi!
Beyitler…
Sana senden gelir bir işte dat lazımsa
Zaferden ümidin kes gayriden imdad lazımsa
Yüksek ki yerin bu değildir
Dünyaya gelmek hüner değildir.
Bize gayret yakışır, merhamet Allah’tandır.
Hükmü ati ne fakirin ne şeyhin şahındır
Namık Kemal için uydurulan hikayeler vardır. Ernest Renan katolik bir bilim adamı. 29 Mart 1883’te Paris’te verdiği konferansta İslamın ilerlemeye, bilime mani olduğunu anlatan konferans verir. Namık Kemal, buna cevabını gelecek haftaki yazımda verecek.
YORUMLAR