Kaleciler: Kütahya’da müzeye başladığım nisan ayında bir gün, kontrol için Çavdarhisar İlçesi’ndeki Aizani Antik Kenti’ne gittim. İlk kez gittiğim için ören yeri bekçilerinin nerde olduklarını bilmiyordum. Birkaç kişiye sorduğumda “kaleciler ileridedir” yanıtını aldım. Kendi kendime “ne güzel bizim bekçiler demek ki futbol da oynuyorlar” dedim.Bir süre sonra bekçileri buldum ama bunlar kaleci olmayacak, futbol oynamayacak yaşta idiler. Bunların nasıl kalecilik yaptıklarına akıl erdiremedim ama bir şey de sormadım. Birkaç ay sonra, ikinci gidişimde halkın Zeus Tapınağı’na “Kale” burada çalışanlara da “Kaleci” dediklerini öğrendim.
Eyi Ki Hastasın: Kütahya Valilik Hukuk işleri müdürü, ben ve İl Kültür Müdürü bir görev için Kütahya-Aslanapa’nın bir köyüne gittik. İşimiz bitti. Köy odasında çay içerken muhtar yemek önerisinde bulundu. Hukuk işleri müdürü, muhtara kalın bağırsağından rahatsız olduğunu söyleyerek, “muhtar! süt, biraz kaymak, bal, tereyağı bir de haşlanmış tavuk yeter.” dedi. Gözleri fal taşı gibi açılmış muhtar, “beyim, eyi ki rahatsızmışsın bi de sağlam oleymişsin” dediğinde Hukuk İşleri Müdürü parladı; “ne diyon len sen????
” Yahudi Gibisiniz: Afrodisias Müzesi’nde iken bir gün, Aydın İl Milli Eğitim Müdürü ziyaretime geldi. Odada otururken sekreterim yabancı birinin beni görmek istediği haberini verdi. İçeriye göndermesini söyledim. Gelen kişi Amerika’da bir müzede çalıştığını, müzemizi çok beğendiğini söyledi. Buyur edip, çay ikram ettim. Biraz oturduktan sonra gitti. Milli Eğitim Müdürü ” Müdür Bey, bu gelenle daha önce tanışıyor musunuz? diye sordu. “Hayır” diye yanıtlamam üzerine “Hayret! siz arkeologlar Yahudi gibisiniz. Dünyanın öbür ucundan gelen adamla kırk yıllık dost gibi sohbet ettiniz.”
Müdür Arkadaşımdır: Aydın-Afrodisyas Müzesi’nde görev yaparken bir hafta sonu, iş bitimine yakın müzeye gittim. Giriş kapısı önünde arkadaşlarla laflarken sallana, sallana iki kişi geldi. Belli ki epey alkol almışlar. O soğuk havada yaka bağır açık. Müzeyi gezmek istediklerini söylediler. “Bilet alacaksınız” uyarısı üzerine birisi “Müdür benim arkadaşım” dedi. Adama baktım. İlk kez görüyorum, yani tanımıyorum. Arkadaşlar ne yapalım gibisinden bana baktılar. Belli etmeden ses çıkarmayın diye işaret ettim ve “Müdür Bey, bugün pazar olduğu için yok. Biz yardımcı olalım. Müdürü iyi tanır mısınız” dedim. “Çok samimi arkadaşımdır” yanıtını alınca,“Müdür, madem arkadaşınız buyurun gezin” dedim.Gezecek durumları yoktu. İlk salondan döndüler. Kapıdan çıkarken birisi bana dönüp, “Abem, müdüre çok selam söyle” deyince sordum. “Kim diyeyim abem?”Yanıt verdim” Davas’dan (Denizli-Tavas) Ali Kazım dersin!”
- Senfoni: Rahmetli bir Coşkun ağabeyimiz vardı.(Arkeolog Coşkun Tütüncü). Dünya tatlısı, yüreği sevgi dolu, karıncayı bile incitmekten sakınan gerçek bir beyefendi. Coşkun Abi önceleri Genel Müdürlükte Şube müdürü iken, sonra kendi isteğiyle Efes Müzesi’ne müdür yardımcısı olarak atandı ve oradan emekli oldu. Efes Müzesi’nde çalıştığı dönemde bir yaz hafta sonu beni ve bir öğretmen arkadaşımı Selçuk’a davet edince pazar günü yanına gittik. O sıralarda Sean Jean’daki kazı evinde kalıyordu. Saat sabahın 09’u.Öğretmen arkadaşla çilingir sofrasını kurdular. Kocaman kasetçalarda müzik var. Coşkun abi eli, gönlü bol birisi olduğu için gelene geçene karpuz, erik, peynir hatta içki ikram ediyor. Turistler bu ikramdan memnunlar. Bir ara iki bayan önümüzden geçti. Onlara da İngilizce hitap ederek bir şeyler ikram etmek istediğini söyledi. Kadınlardan birisi “Biz Türküz. Bir şey istemem” deyince; Coşkun Abi, hafif bozulur gibi oldu, “o zaman sizin için bir şey çalayım” dedi. Kadın dönüp şöyle bir baktı. Coşkun Abi’nin altında siyah bir şort, üstünde tüm düğmeleri açık gömlek, kocaman ileriye fırlamış bir göbek ve çıplak ayaklar, elinde içki kadehi, kasetçalarda da “bir teselli ver” çalıyor… Omuzlarını silkeleyen kadın “hıh istek çalacakmış… Çalabiliyorsan 9.Senfoniyi çalsana” deyip yürüdü. Coşkun Abi, “o da var” diyerek, daha önceden numaralandırıp sınıflandırdığı bavul gibi kaset kutusuna uzandı, kaseti buldu, teybe taktı. Bütün bunlar 1 dakika bile sürmemişti. Kadına seslendi “hanımefendi, hanımefendi!…
- senfoniyi istemiştiniz. Buyurun dinleyin!” Ve tuşa basınca son seste 9. Senfoni tüm Sean Jean’ı kapladı. Kadınlar arkalarına bile bakmadan hızla gözden kayboldular.
Baltayı Taşa Vurduk: Aydın–Söke’de arkadaşlarla lokantada otururken yan masadakilerin define ve eski eser üzerine konuştuklarını anlayınca ister istemez kulak misafiri oldum. Uzun süre dedektörlerden, eski eserlerden vs konuştular. Bir ara birisi bizim masaya gelip sigara istedi. “Ne zaman köşeyi dönüyorsunuz?” diye laf attım, başladık konuşmaya. “Abi, sen de bu işlerden anlıyon galiba?” dediğinde “az buçuk ilgilenirim” dedim. Esas işimi sorduğunda da geçiştirdim. Adam bizim masaya çöktü, sohbet koyuldukça Söke’de eski eser, define işiyle ilgili kimler varsa sayıp dökmeye başladı. Ben de bildiklerimi sayarak ona yardım ediyordum. Arada bir “abi, sen ne iş yapıyon ya?” diye sorduğunda lafı geçiştiriyorum. Sonunda konuşacaklar bitmeye yakın yine sorunca “ben Milet Müzesi müdürüyüm” dedim. O zaman adam ayılır gibi oldu “abo, abi desene taşı baltaya vurduk. Abi bak ne ben bi şey dedim ne de sen duydun ha! dedi. Ben de tamam anlamında başımı salladım. Zaten adamcağız benim bildiklerimden fazlasını söylememişti.
Damımıza Damımıza Kar Yağdı: 2000 Yılı Temmuz ayında Türkiye Turing Otomobil Kurumu Genel Müdürü bir ağabey gibi sevdiğim Rahmetli Çelik Gülersoy’un isteği üzerine hazırlayacağım Nemrut Dağı-Kommagene kitabıyla ile ilgili olarak fotoğraf çekmek üzere Aydın’dan Adıyaman’a gittim. Otobüsten indiğimde Kahta İlçesi’nden önceden haberli Mustafa Çoban isminde bir arkadaş beni karşıladı. Çok samimi, hoş bir insandı. Onun arabasıyla Nemrut Dağı’nı ve gereken yerleri gezdik. Arabaya bindiğimde arabanın teybinde Mustafa’nın çocukluk arkadaşım dediği Kahtalı Mıçi’nin piyasaya yeni çıkan “Damımıza damımıza kar yağdı” parçası çalıyordu. Mustafa kaseti evirip çevirip aynı parçayı çalıyordu. Uzun lafın kısası 23 saat boyunca kasetteki bu parçayı dinledik. Dönüş için Adıyaman garajına geldiğimizde teypte hala “damımıza damımıza kar yağdı” çalıyordu.Mustafa ile vedalaştıktan sonra yerime oturdum. Az sonra otobüs hareket etti. Sürücü teybe uzandı. İçimden “İnşaallah, Türk Sanat müziği çalar da beynim dinlenir” diye geçirdim ve gözlerimi kapattım. Tepemdeki hoparlörden duyulan parça şu idi: Damımıza damımıza kar yağdı!
YORUMLAR