Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Onat Kafkas

IRK MI KÜLTÜR MÜ?

Türkiye’de halk, bir süredir, şu soruya çare arıyor: Bir milletten nefret etmek ırkçılık mıdır?

‘Bir süredir’ cümlesine açıklama getirmek gerekirse, sığınmacıların il, ilçe ve beldelerde saha sık görünür olmasından ve kim yerlerde taciz, tecavüz, cinayet gibi vakaların olmasından başlayarak denilebilir.

Yazıya girmeden, sosyal medyadan aldığım bir tanımla şunu belirtmem gerekiyor:

“Bir insandan, tercihi olmayan genetik unsurlarından ötürü nefret etmek ırkçılıktır ve ırkçılık bir insanlık suçudur. Ama bir kültürden ve bu kültürü benimseyen insanlardan nefret etmek ırkçılık değildir.”

Bir sosyolog olarak ırk ve kültür ilişkisini anlamak için insanların ırk ve kültür arasındaki ilişkilerini incelemek gerektiğini düşünüyorum.

Şunu unutmamız önemlidir: İnsanlar ırkları tarafından belirlenen sabit özelliklere sahip değillerdir ve ırk, kişilerin kültürel kimliklerini belirleyen tek faktör değildir. Kültür karmaşıktır ve birçok etkenin sonucudur. Bu nedenle, ırk ve kültür ilişkisini anlamak, genelleştirilmiş özelliklerden çok daha karmaşıktır.

Ancak, toplumsal bilimlerin perspektifinden, bir ırk grubunun yarattığı kültürleri benimseyen insanların bazı ortak özellikleri ve etkileşimleri aşağıdaki gibi açıklayabilirim:

Kimlik ve Aidiyet: Bir ırk grubunun kültürünü benimseyen insanlar, bu kültüre aidiyet hissi taşırlar ve kendilerini bu kültüre ait hissederler. Bu, kültürel kimliklerini güçlendirir.

Dil ve İletişim: İnsanlar, bir ırk grubunun kültürünü benimseyerek genellikle o kültürün dili ve iletişim tarzını benimserler. Dil, kültürel kimliklerin önemli bir bileşenidir.

Gelenekler ve Ritüeller: İlgili ırk grubunun gelenekleri, ritüelleri, bayramları ve özel günleri, bu kültürü benimseyen insanlar için önemlidir. Bu etkinlikler, kültürel birliği pekiştirir.

Yiyecek ve Mutfak: Bir ırk grubunun yemek kültürü ve mutfağı, bu kültürü benimseyenler için özel bir yere sahiptir. Yiyecekler, bir kültürün sembollerinden biri olabilir.

Sanat ve Müzik: Müzik, dans, resim gibi sanat formları, bir ırk grubunun kültürünü benimseyenler arasında yaygın olarak paylaşılır ve bu sanat eserleri kültürel ifadenin bir yolu olabilir.

Toplumsal Normlar: Kültürel normlar ve değerler, bu kültürü benimseyen insanlar arasında benzerlikler yaratabilir. Bu normlar, davranışları ve ilişkileri şekillendirir.

Tarih ve Miras: Bir ırk grubunun tarihi ve mirası, bu kültürü benimseyenler için önemlidir. Bu, kimliklerini ve aidiyetlerini pekiştirebilir.

Kimlikle İlgili Deneyimler: Bu kültürü benimseyen insanlar, bazen ırkla ilgili pozitif veya negatif deneyimlere sahip olabilirler ve bu deneyimler kimliklerini şekillendirebilir.

Ancak unutulmaması gereken önemli bir nokta, her bireyin kendine özgü deneyimlere ve kimliklere sahip olduğu ve insanların ırk veya kültürleri hakkında genelleme yapmanın yanıltıcı olabileceğidir. Irk ve kültür, karmaşıklığıyla bilinir ve insanların kimlikleri çok sayıda faktörün etkisi altında şekillenir. Sosyolojik çalışmalar, bu karmaşıklığı anlamamıza yardımcı olabilir, ancak her bireyin deneyimi farklıdır.

Türkiye’nin bulunduğu lokasyon tarihten bu yana ciddi sıkıntıların yaşandığı bir yerdir ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın deyişiyle, “Coğrafya kaderdir!”

Buraya kadar okuyanlarınızdan bazılarınızın “Coğrafya kaderdir sözü, İbn-i Haldun’a aittir” dediğini duyabiliyorum. Şunu izah etmeme izin verin:

Yaşanılan coğrafi alanın ve iktisadi durumun insan refahı üzerine etkilerini betimleyen, genellikle olumsuz anlamda kullanılan bir söylem olan ‘Coğrafya kaderdir’ sözü Türk dilinde yaygın olarak kullanılır ve ağırlıkla İbn-i Haldun’a ait olarak zikredilir. İbn-i Haldun’un tarih, iktisat, sosyoloji ve siyaset gibi birçok sosyal bilim için temel teşkil eden görüşleri içinde barındır Mukaddime’sinde kullandığını düşünür. Fakat şöyle de bir iddia vardır ve Nurdan Gürbilek’e göre ‘Türkçede ilk söz eden kişinin’ Yaşadığım Gibi adlı eserinde Ahmet Hamdi Tanpınar olduğu belirtilir. Bana da ikinci şık doğru gibi geldiği için kullandım.

COĞRAFYA KADER MİDİR?

Neyse, konumuza dönersek, coğrafya kader midir? Gerçekten ve bizi sınmaya devam edecek midir?

Bu sorunun cevabı sosyoloji ve coğrafya gibi disiplinler arasında uzun süredir tartışılan bir konudur. Sosyolojide, bir bireyin veya toplumun kaderi sadece coğrafya ile belirlenmez, ancak coğrafi faktörlerin toplumların ve bireylerin yaşam koşullarını etkileyebileceği kabul edilir.

Coğrafya, toplumların kültürlerini, ekonomik yapılarını ve yaşam biçimlerini etkileyebilir, ancak bu etki kesin bir kader belirleyici olarak değerlendirilmez. Örneğin, iklim koşulları, tarım potansiyeli, su kaynakları ve yer altı zenginlikleri gibi coğrafi faktörler, bir toplumun ekonomik gelişimi üzerinde etkili olabilir. Ancak, bir toplumun sosyal, kültürel ve politik yapısı, tarih, liderlik, toplumsal normlar ve değerler gibi birçok diğer faktörden de etkilenir.

KÜLTÜR ÇATIŞMALARI

Suriye iç savaşı sonrasında Türkiye’ye çok sayıda (bilerek çok sayıda dedim, gerçek rakam konusunda ciddi çelişkiler var) sığınmacı geldi ve hepsi Arap kabul edildi. Gelirken de yaşayış tarzlarını Türkiye’ye getirdiler ve ciddi anlamda kültür çatışmaları yaşandı.

Arap kültürü, Arapça dilini ve bölgeye özgü gelenekleri içerir. Ancak unutulmamalıdır ki Arap dünyası geniş bir coğrafyayı kapsar ve bu nedenle çok çeşitli altkültürlere, geleneklere ve yaşam tarzlarına sahiptir. Arap kültürü, coğrafi farklılıklar, tarih ve toplumsal dinamikler tarafından şekillenmiştir.

Bir toplumun ve kültürün gelişimini etkileyebilir, ancak kaderin yalnızca coğrafyadan kaynaklandığını söylemek yanıltıcı olurdu. Bir toplumun kaderi, coğrafi, tarihsel, toplumsal ve kültürel birçok faktörün karmaşık etkileşimlerinin sonucudur.

Ayrıca bu kültür şokları salt Türkiye’ye de özgü değildir.

Dünya genelindeki mülteci krizi ve göçlerin yarattığı sorunlar karmaşık ve çok boyutlu bir konudur.

Sığınmacıların yeni ülkede yaşayacağı sorunları göz ardı edilemez.

Bunlardan birkaçı şöyle sıralanabilir…

Sosyal Entegrasyon Zorlukları: Yeni ülkeye göç eden mülteciler, kültürel ve dil farklılıkları nedeniyle sosyal entegrasyon sorunları yaşayabilirler.

Ekonomik Zorluklar: Mülteciler, yeni bir ülkede iş bulma ve ekonomik bağımsızlık kazanma konusunda güçlükler yaşayabilirler.

Sığınmacı Kampı Sorunları: Mülteciler genellikle geçici sığınmacı kamplarında yaşamak zorunda kalırlar, bu kamplar da sık sık aşırı kalabalık, hijyen sorunları ve sağlık hizmeti eksikliği gibi sorunlarla karşı karşıya kalır.

Siyasi Gerilimler: Mülteci krizleri, göç alan ülkelerde siyasi gerilimlere neden olabilir ve bazen toplumsal çatışmalara yol açabilir.

KÜRESEL TEPKİLER VE ÇÖZÜM ARAYIŞLARI:

Uluslararası Yardım: Birçok uluslararası kuruluş ve sivil toplum örgütü, mültecilere yardım etmek için çaba gösteriyor.

Sığınma Hakkı ve Koruma: Mülteciler uluslararası hukuk tarafından korunmaktadır ve mülteci statüsüne sahip olanlara sığınma hakkı tanınmalıdır.

Diplomasi ve Çatışma Çözümü: Mülteci krizlerinin temel nedenlerini ele almak için diplomatik ve siyasi çözümler aranmalıdır.

Mülteci krizleri, tüm dünya toplumlarını etkileyen karmaşık bir sorundur ve insanların hayatlarını iyileştirmek ve çözüm bulmak için uluslararası işbirliği ve anlayış gerektirir.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER