Antik çağda Anadolu, adeta bir yıldız gibi parlamış; çevresine bilim, kültür ve uygarlık yaymıştır. Yüzlerce filozof, bilim insanı, ozan, öykü ve destan yazarı, sanatçı yetiştirmiş ve neredeyse tüm Akdeniz dünyasını derinden etkilemiştir. Üstelik etkisi sadece bölgesel değil, büyük uygarlıklar üzerinde de kalıcı izler bırakmıştır. Romalılar, Anadolu kökenli bir prensi soy ata olarak kabul edecek kadar bu toprakların kültürel mirasından etkilenmişlerdir. Bununla da kalmayıp, büyük bir uygarlık kuran Etrüsklerin kökenlerinin Anadolu’ya dayandığına dair güçlü bağlantılar kurulmuştur. Mitolojik ve bilimsel araştırmalar, bu tarihsel bağı kanıtlamış ve Anadolu’nun medeniyetlerin şekillenmesindeki rolünü daha da pekiştirmiştir. Şimdi, bu etkileyici mirasa dair öykülerden kısaca söz edelim.
Aineias, Truva savaşlarının bitiminde tanrıça Afrodit’in isteği üzerine İtalya’ya giderek Roma’yı kurmuştur. Kimdir Aineias? Homeros destanına ve mitolojiye göre Aineias’ın babası Truva kral soyundan olan Ankhises, annesi ise güzellik ve aşk tanrıçası Afrodit’tir. Ankhises ise Kapys ile Themiste’nin oğlu Truvalı bir kahramandır. Truva kralı Priamos ile kardeş çocuğu olup, aynı zamanda Dardanie Kenti’nin kralıdır. Her kral çocuğu gibi o da gençliğinde çobanlık yapıyordu. Çobanlık yaptığı bir gün tanrıça Afrodit bu Anadolulu genci görüp çok hoşlandı. Ölümlü bir kız şeklinde onun yanına gitti. Ankhises ona bir daha ne zaman buluşacaklarını sordu. Genç kız “hiçbir zaman” diye yanıt verdi ve gerçek kimliğine büründü yani bir anda Afrodit oldu ve Ankhises’e şöyle dedi:
– “Ankhises senden bir çocuğum doğacak. O, günü geldiğinde büyük bir imparatorluğun soy atası ve kurucusu olacaktır. Beş yaşına değin onu perilere vereceğim ve sonra sana teslim edeceğim. O zaman ona iyi bak ve iyi yetiştir. Çocuğun kimden olduğunu sorduklarında kesinlikle benden olduğunu bildirme. Yoksa gök tanrısı Zeus’un yıldırımlarına çarpılırsın.”
Aradan bir süre geçti. Ankhises verdiği sözü tutamadı. Bir gün arkadaşlarıyla sohbet ederken tanrıça ile yaşadıklarını anlattı. O gün evine doğru yürürken aniden bir yıldırım onun üstüne düştü. Yıldırım onu öldürmedi ama bedeninin bir tarafını tutmaz etti. Afrodit’in dediği gibi Zeus’un büyük öfkesine uğramıştı.
Hektor’dan sonra Truva’nın en büyük kahramanı sayılan Aineias’a gelelim. Aineias, çocukken dağda perilerin arasında büyütüldü. Beş yaşına geldiğinde annesi Afrodit, onu babası Ankhises’e teslim etti. Ankhises, oğlunu kente götürdü ve kız kardeşi Hippodameia’nın eşi, yani eniştesi Alkhathoos’a eğitim vermesi için emanet etti. Alkhathoos, Aineias’ı güçlü, onurlu ve korkusuz bir genç olarak yetiştirdi. Truva Savaşı sırasında Aineias büyük kahramanlıklar gösterdi ve savaş alanında annesi Afrodit tarafından sık sık korundu.
Truva’nın tüm kahramanca direnişine rağmen, Yunanlılar kalleşçe bir planla tahta at hilesine başvurarak kenti ele geçirip ateşe verdiler. Alevler, yağlı bir çıra gibi her yeri sardı. Sağ kalan Truvalılar son nefeslerine kadar yiğitçe savaşmaya devam ediyorlardı. Bu cesur savaşçılar arasında Aineias da vardı. Ancak durum ümitsizdi ve şehir tamamen düşmüştü. Tam o anda tanrıça Afrodit, oğlu Aineias’a göründü ve ona yanan kentten hemen ayrılarak halkı için yeni bir vatan aramasını söyledi. Aineias, annesinin sözünü tutarak Truva’dan ayrıldı. Seksen yaşındaki yaşlı ve güçsüz babası Ankhises’i sırtına aldı, küçük oğlunu yanına alarak yola koyuldu. Afrodit’in sözünü ettiği yeni ülkeyi bulmak için uzun yıllar denizlerde dolaşan Aineias ve beraberindekiler sonunda Sicilya’ya ulaştılar. Ancak burada, babası Ankhises hayata gözlerini yumdu.
Aineias, babasını görkemli bir törenle toprağa verdikten sonra yolculuğuna devam etti. Öncekilerden de zorlu sınavlarla karşılaştı, ancak azmi onu hedefinden vazgeçirmedi. Sonunda kuzeye, gelecekte Roma’nın kurulacağı Tiber Irmağı’nın ağzına ulaştı. Burada Kral Latinus ile karşılaştı. Kral, Aineias’ı hayranlıkla karşıladı ve onu kızı Lavinia ile evlendirdi. Böylece Aineias, yeni topraklarında halkının lideri oldu ve büyük Roma soyu onunla birlikte doğdu.
Romalı ozan Vergilius, MÖ 30-19 yılları arasında, Aineias’ın İtalya’ya gelişini ve Roma’nın kuruluşunu anlatan 12 ciltlik destanını kaleme aldı. Romalılar, kökenlerini her zaman Aineias’a dolayısıyla Truva’ya, yani Anadolu’ya dayandırmışlardır. Truva Savaşı’nın ardından topraklarını terk edip yeni bir yurt arayan Aineias, Roma’nın ulusal kahramanı ve imparator Augustus’un soy atası olarak kabul edildi. Bu nedenle, Augustus’un yeni Roma’yı Truva’nın bulunduğu yerde kurmak istediği rivayet edilir. Ayrıca, Afrodit’in kenti olarak bilinen ve onun adını taşıyan Afrodisyas (Aydın-Karacasu) hakkında Augustus’un şu ünlü sözleri dile getirdiği söylenir:
–“Bu kenti tüm Asya’da kendim için seçtim.”
Etrüskler, İtalya’nın Tiber ile Arno nehirleri arasında yer alan Etruria bölgesinde yaşamış ve MÖ 6. yy’a değin varlığını sürdürmüş bir halkın adıdır. Romalıların Tusci ya da Etrusci, Greklerin Tyrhennes diye adlandırıldıkları Etrüsklerin kökeni Anadolu’ya dayanır. Öykü şöyledir: Baştanrı Zeus ile Okeanos’un kızı Kallirhoe’den doğma Manes’in Atys adında bir oğlu vardı ve Lidya krallığı yapıyordu. Atys zamanında tüm Lidya ülkesini kuraklık sonucu büyük bir kıtlık sarmıştı. Bir süre halk kemerlerini sıktılar ve sürüp giden kıtlığa çıkar yol bulmak için arayışlara başladılar. En sonunda kendilerince şöyle bir çözüm buldular. Açlıklarını bastırmak ve yiyecek peşinde koşmayı unutmak için iki günün birini oyuna ve eğlenceye veriyorlardı. Ertesi gün oyunu bırakıp yemek yiyorlardı. Tavladan başka kimi oyunlar ile ünlü Lidya müziği o günlerin eseridir. Halk zar oyunları, aşık kemiği ve top oyunları ile oyalanıp iki günde bir yemek yiyerek on sekiz yıl boyunca yaşamlarını sürdürmeye çalıştılar. Ama kıtlık azalacağı yerde kırımını büsbütün arttırınca kral Atys kendince bir çıkış yolu buldu. Halkını ikiye ayırdı. Ülkede kim kalacak, kim gidecek kur’a çekilmesini istedi. Kalmayı çekenler kendi egemenliği altında bulunacaktı. Göç edecekler ise iki oğlundan biri ya Lydos’un ya da Tyrrhenos’un komutasında ülkeden ayrılacaklardı. Kralın dediği uygun görülerek uygulandı.
Kaybedenlerin başına Tyrsenos geçip kafilesini alarak Smyrna (İzmir)’ya indi. Orada gemiler edinip, işlerine yarayacak eşyaları yüklediler ve yeni bir yurt bulmak, yeni bir yaşam kurmak için denize açıldılar. Kıyı kıyı dolanıp sonunda Umbria’ya yanaştılar ve orada kentlerini kurdular. Eski adlarını değiştirdiler ve kendilerini yola çıkaran kralın adını aldılar. Yeni adları olan Tyrsen’ler sözcüğü buradan türedi. İşte bizim Etrüsk dediklerimiz aslında bizim hemşerilerimizdir. Atys’in oğullarından Lydos’a gelince; o babasından sonra kral oldu ve o zamana değin Maeonya olarak bilinen ülke onun adından dolayı Lidya olarak anılmaya başladı.
Adını ve kökenini Lidyalılar’dan alan Etrüskler’in Anadolu’dan göçtükleri tezi geniş bir kabul görmüştür. Etrüsklerin kökenine dair yapılan en kapsamlı araştırma, 2004 yılında çeşitli İtalyan üniversitelerinden bir grup genetik bilimci tarafından gerçekleştirildi. Bu çalışma kapsamında, MÖ 7-3. yüzyıllar arasında yaşamış Etrüsklere ait 80 iskeletten alınan DNA örnekleri titizlikle incelendi ve günümüzde yaşayan farklı ulusların genetik yapılarıyla karşılaştırıldı. Araştırma sonucunda, Etrüsklerin genetik yapısının diğer uluslarla kıyaslandığında en çok bugünkü Türkiye Türkleriyle yüzde 98,2 oranında örtüştüğü ortaya konuldu.
YORUMLAR