Gazetenizin imtiyaz sahibi Hakan Dilek beyle oturup güncel olayları değerlendirirken, insanlıkla ilgili konu açıldı. Benden “İnsanlıkla” ilgili bir makale yazmamı istedi.
Bende uzunca araştırmalar sonrasında kalemi elime alarak yazmaya başladım. Bir yandan yazıyordum, diğer yandan yazdığımı karalıyordum. Çünkü yazdıklarımdan dolayı belki birileri art niyet düşünür diyerek hassas davrandım.
Etrafımızda yaşanan bir çok toplumsal olaya baktıkça zaman zaman insan olmaktan utanıyorum. Acı acı düşünüyorum. İnsan olmak o kadar kolay değilmiş demek ki diye kendi kendime mırıldanıyorum.
Peki, insan olmanın iki ayak üzerinde yürümek ve tüm canlılardan daha fazla yetenekli kılınmak olmadığını nasıl ve ne zaman öğreneceğiz? Aslına bakacak olursak, insan olmayı, insan olmanın anlamını ve “ben bir insanım” demenin değerini eğer istemezsek, hiç kimse öğretemez bize.
Keşke insan olmak esastan tüm güzellikleriyle birlikte bizleri yaratanın eşsiz armağanıdır diyebilsek. Anlayacağınız, insan denen bu muhteşem makine ve hiç bir bilgisayarın çözemeyeceği ayrıcalıklı yaratık için söylenecek o kadar çok şey var ki.
Çok muhteşem yaratılmasına rağmen, içinde uyuyan canavar eğer uyanır ve tüm doymazlığıyla etrafa saldırmaya başlarsa, eyvah eyvah. İnsanlık üstüne konuşulması gereken dünyalarca mesele var demektir. Etrafımızda ve çevremizde yaşananlara, hatta bizzat kendi şahsımızla ilgili bazı olaylara irdeleyen gözle bakarsak göreceğiz ki, insanla ve insanlıkla ilgili hiç bir sancının içerisinde olmadığımızı.
Ne yazık ki karşımızda konuşurlarken dahi dilleri başka, düşünceleri başka söyleyenler var. Sanki kendileri bulunmaz hint kumaşı. Ne üretirler, nede çözerler. Varsa yoksa dedikodu üretmekten başka bir şey yapmazlar. Bir türlü dili ile beyinleri arasında irtibat kurmayı beceremezler. Ya da bu durum oldukça hoşlarına giderek yaptıkları kötülüklerden mutlu olduklarını zannederler.
Anlayacağınız önümüzdeki koskoca bir denklem. Bilinenleri ve bilinmeyenleriyle ayrı ayrı, renk renk çözülmesi gereken onlarca değişik yapıda insanlar ne yazık ki aramızda yaşamaktadırlar.
Bu konularda kafa yoran ve bir türlü taşı yerine oturtamayan arkadaşlarla zaman, zaman “neden” diye tartışıp, fikir teatisinde bulunuruz.
Ne yazık ki, sonuçta konu hüsranla kapanır çoğunlukla. Çünkü toplumun büyük bir kesiminde dostlukları, iyilikleri, güzellikleri, hizmetleri unutma ya hastalık olmuş, ya da işlerine geliyor, kararına varırız. Maneviyata dönmek isteriz. Ama nerde. Aramak faydasız.
Manevi değerler dünyamıza gözümüzü kapattığımız ölçüde vefadan, minnet duygusundan, kadirbilir olmaktan kopup uzaklaşılmış olduğunu görürüz.
Anlarız ki, insanlık için önce insan olmak gerekir. Aslında bize şöyle öğretmişti atalarımız. “Aman haa, bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır” “Komşu komşunun külüne muhtaçtır” “iyi geçinin çevrenizdekileri, sayın, sevin” derlerdi.
Hatta bizlerin beyinlerine kazınacağına inandıkları hikayelerle nasihatte bulunurlardı. Demek gerçekten başarılı olmuşlar, nasıl hayatımda beklentisiz hizmet aşkı coşkusu hiç eksilmediyse, her şeye rağmen anlatılan hikayeler de unutulmadı şükürler olsun. Hem de tüm etkisiyle beynimde koruyor yerini.
Yeri gelmişken bir söz var, mezarlıklar vazgeçilmezlerle, benden başkası yapamaz diyenlerle dolu. Gerçi hepsini rahmetle analım, gerçek olan bu. Yediğin ekmeğin hakkını vermeyip laflarla, dedikodularla uğraşanlarda insan sınıfındalar.
Mutlu günlerin sizlerle olması dileğiyle.
YORUMLAR