Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Onat Kafkas

Refah vaadi ya da korumacı siyaset ve üçüncü mevki

Avrupa’da giderek, popülistlerin ve aşırı sağ partiler başarılı oluyor.  Avrupa Birliği’nde sağ popülist bir dalga var, belli duraklamalarla da olsa artarak yoluna devam ediyor.

Polonya aşırı sağcı bir hükümet seçti, bunu Avusturya ve İtalya’da popülist sağ hükümetlerin seçilmesi ve 2018’de Macaristan’ın ViktorOrbán’ınFidesz Partisini yeniden seçmesi izledi. Polonya daha sonra 2019’da aynı hükümetini yeniden seçti.

Avrupa’da sağın yükselişi ırkçılıktan başka bir şeyle ilişkilendirilmedi, sağcı zaferlerin çoğu dezenformasyona bağlandı.

Avrupa’nın anlamak istemediği popülist sağ, şimdi bir kez daha etkisini artıyor, kıtayı kasıp kavuruyor.

İsveç, son seçimlerde bu eğilimi izledi ve parti, son seçimden bu yana genç seçmenler arasındaki desteğini ikiye katlarken, aşırı sağ İsveç demokratlarının gücüyle güç kazandı.

Ve daha güneyde, İtalya milliyetçi muhafazakâr Giorgia Meloni’yi yeni seçti.

Sağ artıyor ve diğer domino taşları da yakında düşebilir.

Finlandiya’da seçimleri sağ koalisyon kazandı. İspanya Temmuz ayında sandık başına gidecek.  İspanya’da da aşırı sağ partileri içerecek sağcı koalisyonlarla sonuçlanabilir. Bu arada, Belçika’nın mevcut anket ortalamalarındaki ilk iki partisi aşırı sağcı popülistlerden oluşuyor.

Bu dalga gerçekten sona ermiş midir?

Bu soruya, Türkiye’deki Mayıs seçimlerini de ele alarak geniş yanıt vereceğiz ancak Avrupa’daki siyaseti anlamada ısrarlı bir isteksizlik olduğunu görebiliyoruz. Oysaki tarihte de böyledir: Avrupa’da pişen her şey er geç Türkiye’ye de düşer, düşmüştür.

Avrupa’da pek çok sağ parti seçmenlerinin ilgisini çekmek adına popülist söylemler üreterek göçmen ve azınlık karşıtı, yabancı söylem düşmanlığı kullanırken, Türkiye bu rüzgarın dışında kalabilir mi?

Seçmenlerin göçe yönelik öfkesi seçim söylemlerinin birçoğunda açık bir itici güç olmuştur ve bu Türkiye’de de uzun vadede etkili olacaktır. Ancak Türkiye’de yapılan mayıs seçimlerinin değerlendirmelerinde bu durum çoğu zaman görmezden gelindi.

Kıta Avrupa’sında yaşananlar ve bizim bölgemizdeki kaotik durumdan yol çıkarak, dünyada özellikle Ortadoğu ve Güneydoğu Asya’daki hükümetlerin toplumlarını idare etmede düştüğü zorluklar, sürekli olarak krizlerle yaşamaları Türk seçmenini ne derece etkilemiştir?

Türkiye’deki kitlesel duruşlu aşırı sağ söylemli partilere kapı mı aralanmıştır?

Bu soruların yanıtı hem zordur, hem kolay.

Yeni kurulmuş olmasına rağmen kısa sürede büyük başarı elde eden Zafer Partisi’nin yükselişi dikkate alınmadığını bir kenara bırakırsak, milliyetçilik, Türk siyasetinde her zaman bir özellik olmuştur.

Fakat son seçimlerde sağcı ve popülist söylemlere yönelik seçmen desteğinde bir patlama olmuştur. AK Parti’nin ‘yerli ve milli’ söylemleri, bitti bitiyor denilen MHP’ye olan ilginin devam etmesi, CHP’nin Altı Okundan birisinin ‘milliyetçilik’ olduğuna sürekli vurgu yapması, Zafer Partisi’nin göçmen karşıtlığını gündemde tutması bunun göstergesidir.

Tüm bunlara bakılarak, Mayıs seçimlerinin bir milliyetçilik havasında yapıldığı söylenebilir.

Peki, seçimleri milliyetçi söylemler mi kazandırdı?

Bir yandan refah vaadini savunan diğer yandan da göçmen karşıtlığı sunan Millet İttifakı, Mayıs ayında yapılan seçimlerden nedenyenilgi ile ayrıldı?

Neden refah vaadi ve göçmensiz toplum formülü tutmadı ya da tam etkili olamadı?

Halk, neden, refah vaadi sunan ittifak yerine, ‘beka’ üzerinden söylem geliştiren Cumhur İttifakı’nı Meclis’te çoğunluğa taşıdı?

Sığınmacıları göndermeyeceğini üstüne basa basa vurgulayan Cumhur İttifakı, kimi iddialara göre, vatandaşlık verilen 1,5 milyon göçmenin de oyuyla yeniden iktidara geldi.

Cumhurbaşkanlığı az bir oy farkıyla ikinci tura kalırken, iki seçim arasında Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun milliyetçilik üzerinden kitlelere ulaşmaya çalıştığını izledik. Belki zaman dardı, belki inandırıcılık eksikti, seçmen daha az emekli ikramiyesi veren, depremzedelere evleri parayla satan iktidara yeniden yol verdi.

Neden böyle olmuştur?

Seçim sonuçlarına bakarak kabaca şu tasnifi yapabiliriz: Mayıs seçimlerinde korumacı siyaset kazandı.

Bugün dünyada siyasetin iki yol üzerinden yapılageldiğini görürüz. Birisi refah vaadi, diğeri de ırka ya da dine dayalı, zaman zaman aşırı sağcılığa çalan üslubun hakim olduğu ‘korumacı’ siyaset.

Bugün Türkiye’de merkezin ana nüvesini oluşturan ‘sağ’, siyasal olarak belirsiz bir kavramdır ve demokrasiyi savunandan tutun da aşırı sağa kadar her yelpazede ‘merkez sağ seçmene’ rastlamak mümkündür. Tamamına yakını da ‘beka’ söylemi üzerinden motive edilmeye hazırdır, seçim sonuçlarından görüldüğü kadarıyla ikna da edilmiştir.

Şunu biliyoruz: Dünyada ve özellikle Avrupa’da ırkçı hareketlerde gözle görülür artış yaşanmakta,  etnik bazı hareketlerle mikro milliyetçilik eğilimleri güç kazanmaktadır.

Yine de…

Avrupa’da sağ, geçtiğimiz yıllarda belirli alanlarda değişime uğramıştır. Giderek bizdeki ümmet oluşumuna benzer bir birlikteliğin savunucusu olsa ve giderek güçlenmesine neden olan birkaç argümanı savunsa da Avrupa’da aşırı sağ partiler geniş kitleler üzerinde etkili olamamıştır.

Türkiye siyaseti de bunun dışında kalmış değildir. Üretilen argümanlara bakıldığında seçmene ulaşmak için kullanılan yöntemlerde bu iki yoldan birisi tercih edilmiştir.

Yaşanan değişim ve dönüşüm sadece seçim sistemleri ile ilgili değil seçmenler ve seçmenlere etki eden siyasi kültür ile de ilgilidir.

Burada hem iktidara hem de muhalefete düşen görev şunu araştırmak olmalıdır: “Küreselleşme, uluslararası göç, değişen üretim süreçleri, demografik değişimler, neoliberal politikalar, derinleşen eşitsizlik, kitle iletişim araçlarıyla çeşitlenen ve artan sosyal hareketler gibi etkenler” toplumlarda nasıl bir endişeye neden olmuştur ve refah vaadini elinin tersiyle iterek, koruma siyasetini seçmiştir?

Burada herhalde kişisel gradonun yeterli ya da yetersiz oluşu son sıradaki etkendir.

ÜÇÜNCÜ MEVKİDEKİLER

Hikâye bu ya…

Çok eskilerde bir gün, ‘mevkilere’ göre binildiği zamanlarda, İstanbul’dan Erzurum’a tren gider.

Tren Aşkale’yi geçer geçmez arıza yapar. Makinist ve ilgililer Daphan Ovası’nın yanı başında duraklayan treni tamir etmeye çalışsa da boşunadır…

Durum baş kondüktöre aktarılır ve gereğinin yapılması istenir.

Bu arada yolcular merakla camlardan dışarı bakmaktadır.

Baş kondüktör önce birinci mevki vagonuna gider ve oradaki yolculara şöyle seslenir:

– “Çok kıymetli yolcularımız! Trenimiz şu sebepten dolayı arızalanmıştır. Arkadaşlar ilgilendi ama arızayı gideremediler. Devlet Demir Yolları adına sizlerden özür diliyorum. Hazırlıklarınızı yapın, bir saate kadar otobüsler gelecek ve sizleri Erzurum’a götürecek.”

Açıklamanın ardından baş kondüktör ikinci mevkinin olduğu vagonlara ulaşır ve şöyle der:

– “Beyler ve bayanlar! Trenimiz arızalandı. Şu karşı tarafta Aşkale-Erzurum minibüsleri geçiyor. Şimdi başınızın çaresine bakın ve treni tezden boşaltın…”

Bu arada üçüncü mevkide de telaş başlamıştır.

Baş kondüktör üçüncü mevki vagonunun kapısına gelir.

Üçüncü mevki yolcuları trenden inmeye çalışırken baş kondüktör engel olur ve der ki:

– “Hele durun bahalım… Nereye bele? Bu telaş niye?

İçlerinden biri öne atılır:

– “Ağabey, belli ki tren arızalandı. Anlaşılan o ki tamir edemediz. Biz de ufağufağ yürümeye başliyağ. Erzurum’a daha çoğ yol var.”

Baş kondüktör vagonun kapısını sert bir şekilde kapatır ve oradaki ahaliye şöyle seslenir:

– “Ola oğlum… Siz gideceğsız ya… Bu treni Erzurum’a kadar kim iteleyecağ?”

Kıssadan hisse…

Seçim sonucu ne olursa olsun.

Bu treni ‘iteleyecağ’ olan Türk halkıdır.

(Gelecek hafta solun durumuna bakalım)

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER