Tanzimat’tan sonra başlatılan dil reformları ve cumhuriyet döneminde sürdürülen ‘sadeleştirme’ ve ‘Türkçeleştirme’ çabalarının sonucunda Türkçe bugün bir bilim ve her alanda bir uzmanlık dili olarak kullanılıyor olması ulaşılan önemli bir aşamayı göstermektedir. Bu durum özellikle Arapça ve Farsa gibi dillere sevgiyle bağlı olanları rahatsız etmekte, günlük dilde çoğu kez yanlış tamlamalarla konuşmayı kendileri açısından bir artı görmektedirler. Bu toplumun genelini ilgilendiren bir durum değildir.
Ancak hukuk dilinin ağır Arapça ve Farsça metinlerle yazılması konuyu ülkemiz açısından önemli hale getirmektedir. Birçoğu anlaşılmaz, anlaşılsa bile telaffuz edilemez kelimelerin Türkçede varlığının neden ısrarla istendiğini bir yana bırakarak, sıradan bir insanın mahkemede konuşulan dile yabancı olması kabul edilebilir bir şey midir?
Tüm lehçeleri göz önüne alındığında oldukça yüksek sayıda kişinin konuştuğu bir dil olan Türkçe Avrupa’dan Rusya’ya Orta Asya’dan daha güneydeki pek ülkeye kadar yaklaşık 250 milyondan fazla Türkün dilidir. Dünyada en çok konuşulan diller sıralamasında 2022 yılı verilerine göre Türkçe, söz varlığı ve kullanılan terminoloji ve bugün eriştiği seviye itibarıyla, yetkin bir bilim ve ihtisas dili olma kimliğini çoktan kazanmıştır. Türk dillerinin en çok konuşulan lehçeleri ile birlikte Türkçe konuşan kişi sayısı düşünüldüğünde dünyada ilk 5’e girmektedir.
Hal böyleyken, hukuk dilinin inatla ve ısrarla Arapça anlaşılmaz metinlerle yazılmasının sırrı nedir?
Arapça ve Farsçadan Türkçeye kopyalama artık durmuştur. Bunun yerine, yeni yeni terimler türetilmekte ve kullanılmaktadır. Dolayısıyla hukuk dilinde eskiye nazaran çok sayıda Türkçe terim mevcuttur.
Ve fakat…
Arapça ve Farsçadan yapılan genel kopyalar hâlâ kullanılmaktadır. Örneğin vasi, veli, fiil, fail, ihlal, matuf, istismar, velayet, tensip, tashih, şerh, tebligat, ikmal, infaz, mülakat, nafaka, tazminat, müdafaaname, müessese, mütalaa, lafz, tebliğ, iddet müddeti, ikale, temyiz, cebir, müşteki, müsadere, müdafi, ihtar, infaz, muhakeme ise hala varlığını ‘kavi’ olarak korumaktadır.
Türkçenin birçok konuda gerilemesinin baş nedeni olan Batı dilleri ise hukuk alanında da varlığını az da olsa sürdürmektedir. Genel olarak hukuk dilinde, Batı kökenli terimlere karşı bir direncin olduğunu söylesek de Yine de bazı terimler Türkçeye girip yerleşmiştir. Avukat, koordinatör, prensip, sistem, teori, rapor, baro, enterne etmek, ekspertiz, otopsi, prosedür, stajyer gibi kelimeler hukuk alanındaki kelimelerdir.
Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Çağdaş Türk Lehçeleri Ve Edebiyatları Bölümünde Türkçe konusunda oldukça yetkin eserler veren Prof. Dr. İbrahim Ahmet Aydemir’in kaleme aldığı Türk Hukuk Dili Üzerine Araştırmalar başlıklı yazısından alıntıladığımız kimi bölümler konunun bir uzmanın dilinden daha net anlaşılmasını sağlayacaktır.
Aydemir’in ‘Hukuk Dilinin Karakteristik Özellikleri’ yazısından: “Hukuk dilinin en başta gelen özelliği, kolay anlaşılabilir olmamasıdır. Diğer bir ifadeyle, söz varlığı, terimleri, cümle yapısı ve metinsel özellikleri açısından hukuk metinleri genelde zor anlaşılır, uzman olmayanlarca çok kolay algılanamaz ve yorumlanamaz. Bu anlamda, hukukçular ile sade vatandaşlar arasında bir çeşit ‘dil bariyeri’ vardır. Bu kolay anlaşılamama, söz varlığıyla olduğu kadar zorluk yaratan terminolojik altyapıyla da yakından ilgilidir.
Söz varlığı dikkate alındığında, günümüz hukuk dilinde birçok Arapça ve Farsça kökenli kelimenin hâlâ varlığını sürdürdüğü görülmektedir. Yine hukuk terimlerinin büyük bir bölümü-Türkçeleştirme çabalarına karşın-Arapça ve Farsça kökenlidir. Aynı şekilde çok uzun cümlelerin varlığı, ağırlıklı olarak fiillerin değil de isimlerin ve isimleştirmelerin kullanılıyor olması, beraberinde belli bir ‘soyutluluk’ da getirmekte ve bu ‘soyutluluk’ kolay anlamayı belli bir oranda engellemektedir.
Hukuk dilinin bir başka tipik özelliği, kişisel olmayan ifade biçiminin çok yaygın olmasıdır; yani birinci ve ikinci teklik kişilerin (birinci çokluk kişi de dâhil olmak üzere) çok az kullanılmasıdır. Bu kişisel olmayan stil dolayısıyla ağırlıklı olarak pasif cümle yapısı tercih edilmektedir. Örneğin Gereği düşünüldü. Ayrıca hukuk metinleri dikkatlice incelendiğinde, zarfların ve zarf işlevli yan cümlelerin (zarf-fiil cümlelerinin) göreceli olarak az kullanıldığı görülmektedir.
Günümüz hukuk dilinin söz varlığı dikkate alındığında, Türkçeleşme ve sadeleşme açısından iyi bir seviyeye ulaşıldığı söylenebilir. Bunun sonucunda ise, anlaşılırlık çok büyük oranda artmıştır. Hiç şüphesiz bu seviyeye ulaşmada, Cumhuriyet Dönemi’ndeki dil devrimi kapsamında yürütülen Türkçeleştirme çabalarının etkisi büyük olmuştur.”
Hukukta ve yasaların yazımı sırasında güncel Türkçenin kullanılması yabana atılacak bir konu değildir. Nesiller arasında meydana gelebilecek kopuklukları gidermek açısından oldukça önemli olan hukuk dilinde sadeleştirme aynı zamanda hukuk metinlerinin toplum tarafından anlaşılabilmesi açısından da çok çok önemlidir.
Yüzüncü yılını geride bırakan cumhuriyetimizin birikimi kendi diliyle her alanda metinlerin topluma ulaştırılmasına yetecek ölçüdedir.
Tamamen arı bir Türkçenin mümkün olmadığını elbet herkes biliyor. Lakin, neredeyse iki yüz yıldır girdiği hukuki metinden çıkmamakta direnen ve halk arasında karşılığı kalmamış kelimelerin de oradan sökülüp atılması gerekti gün gibi ortadadır.
Türkiye’de Adalet Bakanlığı öncülüğünde, barolar, hukuk fakülteleri ortak bir paydada buluşarak yasa dilini açık ve anlaşılır şekilde yeniden yazmalıdır. Bütün yazılar için olduğu gibi, yasa metni için de geçerli ve gerekli olan, açıklık ve sadeliğin anlaşılır Türkçeyle yazılması toplumsal bir borçtur.
Kapalı, zor anlaşılır hukuki metinler, mahkeme önünde haklarını arayanların hak kayıplarına neden olabilir.
Çünkü birtakım haklarının var olduğundan ve bu hakların korunması için hukuki bazı yollara başvurabileceğinden habersiz yaşayan insanların çoğunlukta olduğu bir toplumda yasaların açık ve sade olmaması ayrıca bir adaletsizlik konusudur. Yasayı ağır dili nedeniyle yasayı anlayamayan insanların haklarını tam anlamıyla bulabilmesinden söz etmek mümkün değildir.
Öte yandan, hukukun sadece teknik anlamda adaleti dağıtıyor olması bir yana dil bakımından (içerik açısından) mükemmeliyeti sağlaması esastır. Bir yasa, mutlak adaletin sistemleştirilmesinde hukuka önemli katkılar sağlayabilecek olsa da zor anlaşılır bir dil, insanların hukuk kurallarından faydalanmalarını ve hukuku davranışlarında kendilerine rehber edinmelerini zorlaştıracaktır.
Gerçi, karmaşıklığa ilişkin şikayetler yasaların var olduğu günden bu yana vardır ve yasanın kendisi kadar eskidir. Ancak mahkemede kanunun etkili bir şekilde uygulanması, kuralların ifade edildiği dilin anlaşılmasından daha fazlasını gerektirir. Hukukun karmaşıklıklarıyla başa çıkmak, ilgili gerçekleri tanıma ve bunları ilgili hukuki kategorilere göre sınıflandırma, ilgili hukuki ilkeleri ve doktrinleri belirleme ve belirli bir türde yorum ve muhakeme yapma becerisi de dahil olmak üzere özel beceriler gerektirir. Yasal hak ve yükümlülüklerin kesin olarak tahsisi, yalnızca uzmanların etkili bir şekilde yönetebileceği ayrıntılı bir hukuk bütünü gerektirir. Bu da hakim ve savcıların iyi eğitilmiş olmalarının gerekliliğini ortaya koyuyor.
Sonuç olarak, pek çok kişi, hukuki jargondan kurtulmanın ve sade Türkçe kullanmanın, konuya yeni başlayanların karşılaştığı zorlukların çoğunu hafifletebileceğine inanıyor.
Bu durumda, ortaya çıkan uyuşmazlıkların yasadaki adil çözüme uygun bir sonuca ulaşmaları mümkün olabilecektir. Zira, çıkan uyuşmazlıkların çözümü dışında uyuşmazlıkların çıkmasını önlemek de hukuktan beklenir. Bu da arı, anlaşılır, sınırları belli, kastettiği ifade net olan bir dil ile sağlanır.
YORUMLAR