Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Ahmet Semih Tulay

PAŞA ÇAYI

Dilimizde küçüklüğümüzden itibaren sıklıkla duyduğumuz “paşa çayı” diye bir deyim vardır. Buna geçmeden önce bugün ülkemizde günün her saatinde sıklıkla tüketimiz ve neredeyse milli içeceğimiz olan çayın geçmişine bir göz atmak yararlı olacaktır.

Bugün kullandığımız “çay” sözcüğü, etimolojik olarak bize Çin’in bir lehçesi olan Mandarin’den gelmiştir. Okunuş olarak “ça”, Latin harfleriyle yazılımı “cha” olan bu sözcük, zamanla Orta Asya, Orta Doğu ve Kuzey ülke dillerine girmiştir. Bu nedenle bu coğrafya içinde yer alan neredeyse tüm ülkelerde çay sözcüğü “çay” olarak okunup söylenir.

Söylenceye göre; çok yıllık bir bitki olan çayın keşfi ve kullanımı ilk kez Çin’de olmuştur. Milattan önce 2737 yılında, İmparator Shenn Nung bir çay ağacının altında otururken elindeki sıcak su dolu kaseye tesadüfen birkaç yaprak çay yaprağı düşer. Düşen yaprakların suya verdiği renk ve tat imparatorun çok hoşuna gider. Shenn Nung’un bunu içip şifa bulmasının üzerine çay ilaç olarak kullanılmaya başlanır. Zaman ilerledikçe çay suyla bir araya getirilip bir içeceğe dönüşür. MS 8. yüzyılda Çin kültürünü incelemeye gelen Japon rahipler burada çayla tanışıp bu mucizevi bitkiyi ülkelerine götürürler. Böylece Japonya’ya giren çay, Japon halkı tarafından çok sevilir. Günümüzde bile Japonya’da önemli protokol toplantılarında çay seremoni yapılarak içilir. Japonya’dan Hindistan ve İran’a yayılan çayın Avrupa topraklarına gelmesi ise ancak 17. yüzyılda olmuştur. Hollanda, Fransa, İspanya ve İngiltere çayla tanışan ilk Avrupa ülkeleridir. Rusya Çin’den gelen ticaret kervanlarıyla aynı dönemlerde çayla tanışır. Böylece 18. yüzyıla gelindiğinde çok sayıda ulus çay içmeye başlamışlardır.

Bizde ise çayı ilk içen Türk’ün Hoca Ahmet Yesevi’nin olduğu birçok kaynakta bildirilmesi yanında Türklerin yaygın olarak çay ile tanışması ise ancak 19. yüzyılda olmuştur. 1879 yılında, Basra Valiliği’nde bulunmuş Hacı Mehmet İzzet Efendi yayımladığı “Çay Risalesi” adlı eserinde, çayın faydalarından söz ederek sıklıkla tüketilmesini önerisinde bulunmuştur.                               Çayın değerli ve güzel bir içecek olduğunun farkına varan Sultan II. Abdulhamid’in buyruğuyla 1787 tarihinde, Japonya’dan getirilen çay tohumlarının Bursa civarında gerçekleşen ilk ekim çalışmaları iklim koşularının olumsuzluğu nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanmıştır. 1917 yılında zamanın Halkalı Ziraat Mektebi Alisi müdür vekili ve botanikçi olan Ali Rıza Erten tarafından yapılan olumlu teknik çalışmaların sonucu 16.02.1924 tarihinde meclisten Rize’de çay yetiştirilmesi için onay alınarak çay üretimine başlanmıştır. 1924 yılında devlet tarafından Rize’de çay yetiştirilmesi konusunda bir yasa çıkarılmıştır. 1930’lara gelindiğinde Gürcistan’dan alınan 70 ton siyah çay tohumu ekilmiş ve böylece Rize bir çay yıldızı olmuştur. 1947 yılında kurulan ilk fabrika ile çay üretimi hız kazanmıştır. Bugün Türkiye Dünya’da en çok çay üreten ve kişi başına ortalama yıllık 6.87 kg çay tüketimiyle en çok çay içen ülkelerin başında gelmektedir.

Sosyal yaşamımızda önemli yeri olan çay, halk kültürü ve etnografyasında önemli bir yer tutar. Her bölgemizde sevilerek tüketilen çay neredeyse ulusal içeceğimiz haline gelmiştir. Sabah kahvaltısından gecenin geç saatlerine değin yaşamımızın içinde yer alan çay, değişik kültürel değerlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Çayla ilgili; tekerlemeler, bilmeceler, mani ve türküler, ilahiler, efsaneler, fıkralar, gelenek ve görenekler başlı başına kültürel değerlerdir. Çay sözcüğü Çince olduğu halde, sözlüklerde ve deyimlerde yerini bulmuş geniş bir sözcük ve deyim sayısına ulaşmıştır. Çay bahçesi, çay bardağı, çay demlemek, çay fincanı, çay fidanı, çay fidesi, çay kaşığı, çay takımı, çay vermek, çay molası, çaycı, çaycılık, çaydanlık, çay parası, çayevi, çaygiller, çayhane, çay kazanı, çaykolik gibi sözcüklerin yanında; tavşan kanı çay, çay içmek, kıtlama çay, çayı höpürdetmek, çay ikram etmek, paşa çayı gibi deyimlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Şimdi gelelim paşa çayına… TDK’ye göre paşa çayı “çok açık ve ılık çay” olarak tanımlanmaktadır. Paşa çayı, özellikle küçük çocukları hem demli hem de sıcak çayın zararlarından korumak için verilen açık demi az ve soğuksu katılmış bir çay türüdür. Paşa çayı yapmak aslında oldukça basittir. Normal demlenmiş olan çayı bardağa koyduktan sonra soğuması için biraz su ilave edilmesi yeterlidir. Aynı zamanda şeker de katılabilir. Küçükken bize çay verirlerken eklerlerdi “benim oğlu paşa çayı içecek ve paşa olacak.”

Bu deyim kimi söylemlere göre; Osmanlı bürokratları iş yoğunluğu sebebi ile çayları soğuduğundan çaylarını soğumuş olarak içmek zorunda kalırlarmış. Bundan dolayı soğuk çaya “paşa çayı” adı verilmiştir. Bir başka görüşe göre ise paşa çayı Tanzimat dönemi ve sonrasında ülkemizde sıklıkla kullanılan Fransızca bir tabirden gelir. Fransızca “pas chaud” yani “sıcak değil” anlamına gelen ve “pa şo” diye okunan bu deyim zamanla “paşa”ya dönüşmüş.

Şimdi gelelim esas konumuza; paşa çayı sözü geçtiğinde aklıma hep eski genel kurmay başkanlarımızdan 28 Ağustos 2011 tarihinde vefat eden orgeneral rahmetli Necip Torumtay Paşa gelir. Aydın’da bir protokol müzesi Afrodisyas Müzesi müdürü iken 1986 yılında bir hafta sonu ilçe kaymakamı telefon ederek önemli konuklarımızın olduğunu ve gelecekleri saati bildirdi. Kısa bir süre sonra Necip Paşa yanında eşi ve oğlu, Denizli tugay komutanı sivil kıyafetli olarak geldiler. Önce örenyerini yani antik kenti gezdik. Sonra müzeyi gezmemiz bitince içecek bir şeyler ikram etmek istediğimi söyleyerek odama davet ettim. Odada konuşmalar sırasında Paşa müzeyi ve antik kenti çok beğendiğini söyleyip “Kenan Paşa’ya burasını anlatacağım. O böyle yerleri sever. O da gelip görsün” dedi. Gerçekten de o yıl Cumhurbaşkanı Kenan Evren zamanın Kültür ve Turizm Bakanı Mesut Yılmazla birlikte gelmişler ve çok beğenerek müzeden ayrılmışlardı. Dönelim anımıza. Az sonra gelen görevliye herkes içeceğini söyledi. Necip Paşa çay istedi. Çaylar geldi. Paşa bir iki yudum aldıktan sonra çaya suyu katıp “işte şimdi paşa çayı oldu” dediğinde gülüştük. O günden sonra ne zaman paşa çayı adı geçse bu değerli komutanı anımsadım. Şimdi düşünüyorum, eminim şimdi de öyledir ama benim müdürlük yaptığım zamanda çalıştığım müzelerde konuk ettiğimiz çok üst düzey devlet görevlileri kibar, alçak gönüllü, nüktedan ve sevgi dolu insanlardı. Yaşayanlara uzun ömürler, ebediyete göçenlere rahmet diliyorum.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER