Bugün, üyesi ülkelere ne kazandırdığı tartışılmakta olan, İngiltere’nin zorlu bir çabadan sonra ayrılması, içindeki sorunları çözmede yeterince etkili olmadığı açık olan ve Türkiye’nin 64 yıllık yolculuğu Avrupa Birliği’nin temeli 2. Dünya Savaşı’nın ertesine dayanmaktadır. 1950 yılında, Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schuman, Avrupa Devletleri’ni kömür ve çelik üretimi konusunda alınan kararları bağımsız ve ulusüstü bir kuruluşa devretmeye davet etti. 1957 yılında ise kömür ve çeliğin yanı sıra diğer sektörlerde de ekonomik bir birliğin sağlanması amacıyla altı üye devlet arasında imzalanan Roma Antlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğu kuruldu.
Savaş sonrası gelişen sanayileşme ve insanlarına sağladığı refahla dünyanın çekim noktalarından birisi olan Avrupa Ekonomik Topluluğunun yapısında Berlin Duvarı’nın yıkılması, Doğu Avrupa ülkelerinin demokratikleşmesi, Sovyetler Birliği’nin çözülmesi gibi olgular değişiklikler meydana getirmiş ve 1993 yılında imzalanan Maastricht Antlaşması ile adı Avrupa Birliği olmuştur.
Çıkış noktası ‘tek devlet’ gibi davranmak olan Avrupa Birliği ile Türkiye’nin ilk teması ise dönemin Başbakanı Adnan Menderes’in Türkiye’nin 1959 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu’na ortaklık başvurusunda bulunmasıyla gerçekleşmiştir.
1960 ihtilalinin ardından kurulan hükümetin Başbakanı İsmet İnönü, 1963 yılında Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu arasındaki ortaklığın hukuki temelini oluşturan Ankara Anlaşmasına imza attı. Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu arasındaki ilişkinin hukuki temeli olan Ankara Anlaşması, anlaşmasının nihai hedefinin Türkiye’nin Topluluk’a tam üyelik olarak öngörüyordu. Avrupa Birliği’ni, ‘beşeriyet tarihi boyunca insan zekâsının vücuda getirdiği en cesur eser’ olarak tanımlayan İsmet İnönü, ülkesinin üyelik kapısında 60 yıldan fazla bekletileceğini düşünmüş müdür bilinmez. Bekleyişin sürdüğünü ve ucunda ışık da görünmediğini söyleyelim.
Elbet, süreç inişli çıkışlı da olsa devam ediyor.
Türkiye-AB arasındaki ilişkiler, 1980’lerin ortasına kadar dalgalı bir seyir izledi. Bunun temel nedeni siyasi ve ekonomik nedenlerdi. 12 Eylül askeri darbesinin ardından ilişkiler askıya alındı. 1984 yılından itibaren Türkiye’nin dışa açılma sürecinin başlamasıyla ilişkiler yeniden canlanmıştır. 1987 yılında Türkiye, Ankara Antlaşması’nda öngörülen süreçlerin tamamlanmasını beklemeden Birlik’e tam üyelik başvurusunda bulunmuş, Avrupa Birliği ise kendi iç bütünleşmesini tamamlamadan yeni bir üyenin birliğe kabulünün uygun olmadığı yönünde görüş belirtmiştir.
1996 yılında ise Türkiye ile AB arasında Gümrük Birliği yürürlüğe girmiştir. Gümrük Birliği, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile bütünleşme hedefine yönelik ortaklık ilişkisinin en önemli aşamalarından biri olarak görülmektedir ve Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerine ayrı bir boyut kazandırmıştır.
Türkiye-AB ilişkilerinin dönüm noktası ise, 1999 yılında düzenlenen Helsinki Zirvesi’dir. Bu zirvede Türkiye’nin adaylığı resmen onaylanmış ve Türkiye’nin diğer aday ülkelerle eşit konumda olduğu açık ve kesin bir dille ifade edilmiştir. Bu doğrultuda Türkiye için Katılım Ortaklığı Belgesi hazırlanmıştır. Türkiye’de Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde reformlara hız vermiş ve temel hak ve özgürlüklerin kapsamını genişleten, demokrasi, hukukun üstünlüğü, düşünce, ifade özgürlüğü ve insan hakları gibi alanlarda mevcut düzenlemeleri güçlendiren ve güvence altına alan reformlara devam edilmiştir.
Reformların ve uyum yasalarının Meclis’ten geçmesi neticesinde, 2004 yılında Türkiye – AB ilişkileri bakımından bir diğer dönüm noktası yaşanmış ve Brüksel Zirvesi gerçekleştirilmiştir. Zirvede Türkiye’nin siyasi kriterleri yeterli ölçüde karşıladığı belirtilmiş ve AB’ye tam üyelik için müzakerelerin başlamasına karar verilmiştir. 2005 yılında başlayan üyelik müzakereleri, açılan fasıllarla halen devam etmektedir.
Almanya’ya bir ziyaret gerçekleştiren (31 Ekim 2012) dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan; Türkiye’nin, kuruluşunun 100. Yılını kutlayacağı 2023 yılında Avrupa Birliği’ne girmeyi beklediğini açıkça ifade etmiştir.
Ancak, üyelik için tamamlanması gereken 35 fasılın yalnızca 16’sı müzakerelere açılmış, bunların bir kısmının müzakereleri ek protokollerle durmuş, bir kısmına ise Güney Kıbrıs Rum Kesimi ve Fransa blokaj koymuştur.
2013 yılında, Türkiye ile AB arasında Vize Serbestisi Diyaloğu Mutabakat Metni’nin imzalanmasıyla beraber, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının vizesiz olarak Avrupa Birliği’ne giriş yapabilmesinin önü açılmış, ancak geçen sürede AB bu serbestiyi Türk vatandaşlarına tanımamıştır. Aynı senede imzalanan Geri Kabul Anlaşması ile Türkiye ile AB, Avrupa Birliği ülkelerine düzensiz göçün önlenmesi amacıyla bir mutabakata varmıştır. Ancak bu anlaşma, geçtiğimiz aylarda barışı tesis etmek ve insanlık dramlarının önüne geçmek üzere İdlib’te bulunan Türk askerine yapılan hava saldırısı sonrası 33 askerin şehit olmasıyla fiilen uygulanabilirliğini yitirmiştir.
Avrupa Parlamentosu, eylül ayı içinde kabul ettiği bir kararla Türk Hükümeti tarafından köklü bir rota değişikliği yapılmadığı takdirde Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) katılım sürecinin devam edemeyeceğini bildirdi.
İspanyol raportör Nacho Sanchez Amor tarafından hazırlanan 2022 Türkiye raporunda Türkiye’nin siyasi, ekonomik, enerji ve dış politika açısından stratejik öneme sahip bir ülke, kilit bir ortak olduğu vurgulandı ve AB-Türkiye ilişkilerinin uzun vadeli bir vizyona dayanması ve işbirliği üzerine inşa edilmesi çağrısında bulunuldu.
Tavsiye niteliği taşıyor ve bağlayıcılığı bulunmayan raporda, Türkiye’nin AB’ye katılım sürecinin ‘mevcut koşullar içinde’ yeniden başlatılamayacağı belirtilen raporda, ilişkilerin geleceği için karşılıklı çıkarları kapsayan ‘paralel ve gerçekçi ‘bir çerçeve bulmaya yönelik sürecin başlatılması tavsiye edildi.
Raporda ayrıca üye ülkelere Türk Erasmus öğrencilerine yönelik vize işlemlerinin hızlandırılmasına yönelik tedbirleri uygulama davetinde bulunuldu.
Raporun yayınlanmasının ardından, Türkiye’de değişik tartışmalar yaşandı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, eylül ayı içinde Birleşmiş Milletler (BM) 78. Genel Kurulu genel görüşmelerine katılmak üzere ABD’ye hareketinden önce havalimanında şu açıklamayı yaptı: “Avrupa Birliği (AB) Türkiye’den kopmanın gayreti içerisindedir. Bu dönem içerisinde biz de bu gelişmeler karşısında değerlendirmelerimizi yaparız ve bu değerlendirmeden sonra gerekirse Avrupa Birliği ile yolları ayırabiliriz.”
ABD’deki temasları sırasında Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı ve SETA tarafından düzenlenen yuvarlak masa toplantısında ABD’li bazı düşünce kuruluşu temsilcileriyle bir araya gelen Cumhurbaşkanı Erdoğan, AB konusunda, daha yumuşak mesajlar verdi. Erdoğan, “Karşılıklı diyalogla ilk etapta çözümsüz görünen birçok meselenin üstesinden gelebileceğimize inanıyoruz. İçinde bulunduğumuz kritik dönemde Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkilerinin yeniden canlandırılması için bir fırsat penceresi açıldığını görüyoruz. Türkiye’nin AB’ye katılım sürecinin canlandırılmasının önemini vurgulamaya devam ediyoruz. Şüphesiz tek başına bizim istememiz yeterli değildir. Bu gayretlerimizin hedefine ulaşmasında AB’nin tavrı da belirleyici olacaktır” görüşünü dillendirdi.
Sonuç olarak, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliği konusu bugün yeni fasılların müzakerelere açılmaması ve açılmış olan fasılların tamamlanamaması nedeniyle tıkanma noktasına gelmiştir. Bununla beraber, taraflar henüz Avrupa Birliği’ne üyelik sürecini resmen sonlandırmış değillerdir. Dolayısıyla Türkiye halen Avrupa Birliği’ne aday ülke statüsündedir.
YORUMLAR