Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Onat Kafkas

ELİFBA’DAN ALFABE’YE

 

Türkiye’nin en çok tartışıldığı konuların başında Elifba’dan Alfabe’ye geçiş gelir. Bir kesim, bu değişikliğin halkı cahil bıraktığını ileri sürerken, diğer kesim ise resmi rakamlarla okur-yazarlık oranları verir ve Elifba’dan Alfabe’ye geçiş için Osmanlı’da da arayışların bulunduğunu vurgular.

Olaya yakından bakmadan önce Elifba’dan Alfabe’ye geçişteki benim görüşüm şudur: Keşke o zamanlarda (1 Kasım 1928) GökTürkçe, Göktürk Türkçesi, Köktürk Türkçesi veya KökTürkçe olarak bilinen kendi yazımıza geçilseydi.

Bugün Gürcistan, Ermenistan bile kendi alfabelerini kullanırken, Türk halkının bugün Gök Türkçeyi araçlarının arkasında kullanması büyük eksikliktir.

Neyse konuya dönelim…

Arşivlere bakıldığında, (1850’lerde Osmanlı’da Arap alfabesi, Rumlar Yunan alfabesi, Sırplar, Bulgarlar Kiril alfabesi kullanıyordu. Kendi alfabesi olmayan Türklerdi. Türkler Arap harfleri ve Fars harflerinden oluşan bir alfabe kullanıyordu ancak Arapça-Farsça karışımı bir dili 6 asır öğrenmeye zorlansa da Türkçe sesli harf uyumsuzluğundan öğrenemedi. Arap alfabesi, Türkçenin ses yapısı ile tam olarak uyumlu değildi ve bu nedenle Türkçe’nin yazılı ifadesi sık sık hatalı ve eksik olabilirdi.

Tarihe bakıldığında 2. Abdülhamit’in Latin alfabesine geçmek istediği biliniyor. Zaten 1855’ten 1928’e kadar, diplomatik yazışmalar, uluslararası ticaret, telgraflar 73 yıl Türkçe ve Latin harflerle yapıldı.

Aslında, Arap harflerinin zor okunması ve kelimelerin yazılımındaki harflerin kim zaman aynı olması birden farklı anlama gelebilmesi nedeniyle Osmanlı’da da farklı bir yazım tarzı düşünülmüştür. Osmanlı İmparatorluğu’nda kullanılan ‘Hüruf-ı Müteharrik’ veya ‘Hüruf-ı Müntesira’ olarak da bilinen ‘Hüruf-u Munfasıla’ terimi, Arap alfabesindeki bazı harflerin belirli kurallara göre bağlantılarının koparılmasını ifade eder. Bu harfler, klasik Arap alfabesinde birçok harfle birleştirildiğinde yazılmıştır, ancak Osmanlı İmparatorluğu döneminde bu harfler kelimelerin ortasında veya sonunda kullanıldığında bağlantıları kesilirdi.

O dönemki harfler klasik Arap alfabesinde bağlı olarak yazılırken, Hüruf-ı Munfasıla kullanıldığında kelimelerin içinde veya sonunda ayrı harfler gibi yazılırdı. Bu uygulama özellikle eski Osmanlı el yazmalarında ve belgelerinde görülebilir. Hüruf-ı Munfasıla kullanımının sebepleri arasında estetik tercihler, yazıların daha okunaklı hale getirilmesi ve kelime sonlarında kelimenin bitişini belirginleştirmek yer almaktadır.

Bu harflerin Munfasıla kullanımı günümüz modern Türk alfabesinde kullanılmaz. Ancak Osmanlıca yazılan eserleri okurken veya incelediğinizde bu harfleri görebilirsiniz. Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihi belgeleri ve el yazmaları, Hüruf-ı Munfasıla’nın kullanıldığı örneklerle doludur.

Ahmet Cevdet Paşa tarafından yazılan ‘Küçük Şeylerin Bilgisi’ adlı eserinde, Enver Paşa’nın Osmanlı askerlerine savaş mektupları yazarken bazen ‘hurufu munfasıla’ yöntemini kullandığına dair anekdotlar bulunmaktadır. Bu yöntem, harf sıralarının karıştırılması anlamına gelir. Enver Paşa’nın bu yöntemi gerçekten kullandığına dair kesin bir kanıt bulunmamakla birlikte, bazı kaynaklar ve anekdotlar böyle bir uygulamada bulunduğunu öne sürmektedir.

Ancak bu konuyla ilgili bilgiler ve detaylar oldukça tartışmalıdır ve kesin bir kanıt sunmak zordur. Enver Paşa’nın Osmanlı askerlerine savaş mektuplarını nasıl yazdığına dair kesin bilgilere ulaşmak için daha fazla araştırma yapılması gerekebilir.

Tüm bunlar bile milletin bir gecede cahilleştiği argümanını çürütüyor.

Yüzyılın başlarına gelindiğinde, Türkiye’de laikleşme hareketleri ve modernleşme çabaları hız kazandı. Bu süreçte, Arap harfli Türkçenin eksikliklerinin ve zorluklarının üstesinden gelmek için birçok dil bilimci ve entelektüel, Türkçeyi Latin alfabesine çevirmenin gerekli olduğunu savundu. Bu değişiklik, Türk yazınının modernleştirilmesi, Batı’ya daha fazla yaklaştırılması ve okuryazarlık oranlarının artırılması amacı taşıyordu.

Osmanlı’nın 1.5 asır yapmayı başaramadığı Harf Devrimi’ni Başöğretmen Atatürk yapmayı başardı.

Atatürk’ün isteğiyle kurulan Dil Encümeni, 1928’de Dolmabahçe Sarayı’nda toplandı. Milletvekilleri yeni alfabeyi 6 ayda Dolmabahçe’de öğrendi. Atatürk ilk kez Gülhane Parkı’ndaki bir davette yeni alfabeden söz etti. Yeni alfabe Türk halkına, Sarayburnu’ndan duyuruldu. Dolmabahçe Sarayı, 1 Kasım 1928’de Harf Devrimi kararının alındığı ve yeni alfabe için bizzat Atatürk’ün kara tahta başına geçtiği okuldur.    1 Kasım 1928 tarihinde 1353 sayılı ‘Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun’un kabul edilmesiyle Türkiye’de yeni bir dönem başladı.

Yeni Türk alfabesi, Latin alfabesinin bazı özgün eklemeleriyle oluşturuldu. Bu yeni alfabede, Türkçenin ses sistemine daha uygun harfler kullanıldı ve yazım kuralları basitleştirildi. Bu, dilin öğrenilmesini ve okunmasını kolaylaştırdı.

Geçiş süreci oldukça hızlıydı ve halkın çoğu için yeni alfabenin öğrenilmesi gerekiyordu. İmamlar, cami cemaatiyle doğrudan etkileşimde bulunan önemli figürler olarak, yeni alfabenin öğretilmesine ve Tanıtılmasına katkıda bulundular. İmamlar, hutbelerde ve dini derslerde yeni alfabeyi tanıtarak, halkın Latin alfabesini öğrenmesine yardımcı oldular.

Kanunun uygulanmaya başlanmasının ardından ‘Bir gecede cahil kaldık’, ‘Dedemizin mezar taşlarını okuyamıyoruz’ gibi iddialar ortaya atılmıştır.

Öyle ki…

Günümüzde de bile ortaya atılan iddialar bazen değişik şekillerde karşımıza çıkmaktadır. Bir Twitter hesabının 19 Temmuz 2023’te yaptığı paylaşımda, Osmanlı’da 1830-1914 dönemlerinde okuma yazma oranının yüzde 66 olduğu iddia edildi.

Bu iddialar üzerine dogrulukpayi.com adlı sitede yer alan araştırmada verilerin kasıtlı çarpıtıldığı, aslında okuma yazma bilmeyenlerin “okur yazar” olarak gösterildiği vurgulandı.

Bu geçiş süreci, Türk dilinin modernleşmesi ve Batı ile daha iyi iletişim kurmasına yardımcı oldu. Latin alfabesi, Türkçenin doğru bir şekilde yazılmasına ve okunmasına olanak tanıdı ve Türkiye’nin entegrasyonunu kolaylaştırdı. Bu süreç, Türk dilinin ve kültürünün gelişmesinde önemli bir adım olarak kabul edilirken, okur yazarlık oranını da Batı ülkeleri seviyesine çıkartmıştır.

Türkiye İstatistik Enstitüsü’nün 2022’de yayımladığı ve Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) çalışmaları sırasında kişilerden alınan eğitim bilgileri ile idari kayıtlardan elde edilen bilgilerin birleştirilmesiyle oluşturulan ‘Ulusal Eğitim İstatistikleri’ raporunda 6 yaş ve üzerindeki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının eğitim durumları yerleşim yeri, cinsiyet ve yaşa göre hesaplanmıştır.

Söz konusu rapora göre, 25 yaş ve üzerindeki ön lisans, lisans, yüksek lisans ve doktora mezunlarının 25 yaş ve üzeri toplam nüfus içindeki oranı 2008 yılında yüzde 9,8 iken, 2022 yılında bu oran yüzde 23,9 oldu. Söz konusu yaş grubu içindeki ilkokul ve üzeri eğitim seviyelerinden mezun olanların oranı ise 2008 yılında yüzde 81,1 iken, 2022 yılında bu oran yüzde 92,5 olarak gerçekleşti.

25 yaş ve üzeri nüfusun aldığı ortalama eğitim süresi 2011 yılında 7,3 yıl iken, 2022 yılında yüzde 26 artış göstererek 9,2 yıl oldu. Ortalama eğitim süresi 2022 yılı için kadınlarda 8,5 yıl, erkeklerde 10,0 yıl olarak gerçekleşti.

Kadınların ortalama eğitim süresinin, erkeklerin ortalama eğitim süresine oranını ifade eden ‘cinsiyet oranı’ 2011 yılında 0,78 iken, bu oran her yıl artış göstererek 2022 yılında 0,84 oldu. Ne yazık ki, ilgili haritarda da görüldüğü üzere Afyonkarahisar’da kadınların eğitim sürelerinin çok iyi bir seviyede olduğunu söylemek oldukça zor. 2008 yılında 6 yaş ve üzeri nüfusta okuma yazma bilenlerin oranı yüzde 91,8 iken, 2022 yılında bu oran yüzde 97,6 olarak hesaplandı. 2008-2022 yılları arasında kadınlarda okuma yazma bilen oranı yüzde 86,9’dan yüzde 95,9’a, erkeklerde ise bu oran yüzde 96,7’den yüzde 99,3’e yükseldi.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER