Biz arkeologların, bir kazıda ya da yüzey araştırmasında bulduğumuz en ufak parça bize çok şey ifade eder. Küçücük bir çanak parçası bizleri yepyeni bilgilere ulaştırabilir ya da o zamana değin bilinenleri siler süpürür. Kimi zaman küçücük parçalar tümlenerek müzede sergilenecek durumda güzel eserler ortaya çıkar. Anılarımız da yaşamımızın parçalarıdır. Tümlersek yaşamımızın güzel yönleri ortaya çıkar. İşte ben yaşamımın parçaları olan anılarımı ayıklayarak paylaşmak istedim.
Gazete Manşeti: Aydın Valisi, bir gün inceleme yapmak üzere kalabalık bir medya grubuyla Milet Antik Kenti’ne geldi. Alanı dolaşmaya başladık. Vali Bey, bir ara çimenlik bir alana yöneldi. Aslında orası çamurlu, bataklık bir yer olup, otlardan dolayı belli olmuyordu. Hemen Vali Bey’i uyardım. O da geri döndü. Bu arada yanıma koşarak gelen bir gazeteci kulağıma eğilip, “Müdürüm, ne yaptın! güzelim haberi öldürdün” dedi. Meğer, Vali Bey bataklığa girince “Aydın Valisi antik kentte çamura saplandı!” manşetli haber yapacaklarmış.
Baş Sayfada Çıkmak: Adnan Menderes Üniversitesi, Arkeoloji bölümü öğretim üyelerinden Rafet Dinç sevdiğim, neşeli bir arkadaşımdır. Bir gün üniversiteden birkaç arkadaşıyla müzeye gelip Didim Orman Kampı karşısındaki Tavşan Adası’nda inceleme yapmak istediklerini söylediler. Hep birlikte Orman kampına gittik. Orada tanıdıklarımdan bir kayık buldum. Rafet Hoca ısrarla benim de kayığa binmemi istiyor. “Didim’de işim var, kaymakam bekliyor” dediysem de mutlaka gelmemi istiyor. Sonunda “Neden gelmeni istiyorum biliyor musun?” dedi. “Neden?” dedim. “Şimdi bakarsın kayık batar, ben yüzme bilmem, ölür gidersek gazetede düzgün haber çıkmaz. Ama sen de olursan Müze müdürü de kayıktaymış derler haber önem kazanır. Baş sayfada çıkarız.”
Hamam Değil: Aphrodisias’a (Aydın-Karacasu) yazın gelen özellikle yabancı bayanlar mayoyla, erkekler üstü çıplak olarak geziyorlar ve müzeye de bu şekilde giriyorlardı. Yerli ziyaretçiler hatta kimi yabancılarda bu durumdan şikayetçi olunca personele müzeye mayolu ya da üstü çıplak gelenleri giyinmeleri konusunda uyarmalarını söyledim. Bir gün odamda otururken, bir salon görevlisi gelerek kapıda birisinin müzeye şortla çıplak girmek istediğini ve sorun çıkardığını söyledi. Müzenin giriş kapısına gittim. Şişmanca, gözlüklü, altında sadece bir şort olan bir erkek turist. Adama sorunun ne olduğunu sordum. Müzeye bu şekilde girmek istediğini söyledi. Bunun olanaksız olduğunu söylediğimde “Ama canım burası cami değil” dedi. “Haklısınız. Cami değil, ama hamam da değil” dediğimde hızla kapıdan uzaklaştı.
Köyün Delisi: Bir gün, Aydın-Karacasu Kaymakamı ile o zaman köy olan şimdiki Geyre Beldesi’ne gittik. Okulun önünde dururken yanımıza köyün delisi geldi. Bir kolu kesik olan bu delikanlı, denildiğine göre; elektrik çarpması sonucu hem kolunu hem de biraz aklını yitirmiş. Konuştuğunu hiç duymadığım bu delinin bir huyu var, köye bir yabancı geldiği zaman hemen yanına yaklaşıp, işaretle sigara istiyor. Beni biliyor ama Kaymakamı tanımadığı için, doğru ona yöneldi ve eliyle sigara işareti yaptı. Kaymakam cebinden paketi çıkardı ve acıdığından olacak eliyle de delinin ağzına koydu. Deli gayet memnun ama gitmiyor. Bu sefer eliyle kaymakama “yak” işareti yaptı. Ateş yok ki ben yakayım. Mecburen kaymakam sigarasını da yaktı ve sonra bana döndü, “Hadi muhterem, buradan gidelim. Burası tehlikeli. Baksana köyün delisi bile sigarasını kaymakama yaktırıyor.” dedi.
Her Şeyin Kolayı Var: 1983 yılında Kütahya Müzesi uzmanı iken Şanlıurfa-Bozova’daki Lidar Höyük arkeolojik Alman kazısına o sezon için Bakanlık temsilcisi-hükümet komiseri olarak görevlendirildim. Bir gün öğleden sonra, Kazı başkanı Prof. Harald Hauptmann Şanlıurfa’ya işçi maaşları için bankaya gideceğini, gelip gelmeyeceğimi sordu. Onunla gideceğimi ama bankaya yetişmemizin olanaksız olduğunu çünkü banka veznelerinin 16’da kapandığını söyledim. Elini havada sallayarak “Peh! Türkiye’de her şeyin kolayı var.” dedi. Ses etmedim ama merak ediyorum ne olacak diye. Saat 16.50’de bankaya girdik. Başkan, doğru vezneye yöneldi. Veznedar, yılışık bir ifadeyle “Hocam hoş geldin. Ne emrin var?” dedi. Hoca paranın miktarını söyledi ve sonra aldığı paraları çantasına doldurdu. Bozuk bir şekilde veznedara veznenin kaçta kapandığını sordum. “onaltı” dedi. Nasıl işlem yaptığını sordum. “Ama Hoca bizim için çalışıyor.” dedi. Bankadan çıkarken Hoca, bıyık altından gülerek “gördün mü Semih Bey, Türkiye’de her şeyin kolayı var!” deyince müthiş bozuldum ama bunu bir tarafa not ettim.
Bir ay sonra, Kurban Bayramı nedeniyle birkaç gün kazıya ara verilince; Gaziantep tarafına inceleme gezisine çıktık. Ekip üyeleri iki minibüse doluştu. Minibüsün birisi yeni, diğeri bizim bindiğimiz ise tam bir hurda. Ön camı bile bantlı, normalde trafiğe çıkmaması lazım. Aracı kazı başkanı kullanıyor, görevim gereği yanında ben oturuyorum. Hoca ne ışık ne levha dinliyor basıyor gaza. Birkaç kez ceza yiyeceği yönünde ikaz ettim ama sadece gülümsemekle yetindi. Sonunda Gaziantep çıkışında bizi trafik ekibi durdurdu. Araca yaklaşan memur hız sınırını aştığımızı ceza keseceğini söyledi. Her zaman olduğu gibi kazı başkanı önce itiraz etti ardından bilimsel ekip olduğumuzu, Türkiye için çalıştığımızı filan söyledi. Baktım polis gevşiyor. Hemen atılıp “Memur bey, görevinizi yapın. Aracın sinyalleri de çalışmıyor” dedim. Hocanın yüzü kıpkırmızı oldu. Polis merakla “siz kimsiniz?” dedi. “Ben hükümet komiseriyim” diye yanıtladım. Komiser lafını duyan polis “Sinyallere de bir bakalım” dedi. Sonuçta hem hızdan hem de sinyal lambalarından yüklü miktarda cezayı kesti. Hocanın yüzü allak bullak, burnundan soluyor. Kontak anahtarını çevirirken sordum. “Nasıl Bay Hauptmann, Türkiye’de her şeyin kolayı var mıymış?
YORUMLAR