Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Onat Kafkas

TARİHTE İLK BELEDİYE NE ZAMAN KURULDU?

Dünya giderek şehir merkezli bir yer haline geliyor ve bu durum da belediye ve belediyecilikle ona vizyon katan belediye başkanının önemini artırıyor.

Eskilerin deyişiyle seçim sathı mailine girmek üzereyiz. Yani propagandalar, en ağır suçlamalar, lakap takmalar, hakaretlerin havada uçuşacağı bir türbülansa girmek üzereyiz. Adaylar, vaatler, yapılanlar, yapılmayanlar ise çok önemli değil elbet. Adaylar, vaatleri ise son sırada…

Yerel seçim, adı üstünde yerele dair bir seçim. Ama geçmiş tecrübelerimizden biliyoruz ki bizdeki yerel seçimler hiçbir zaman yerel olmaz.

İşe Esed ya da Esat karışır, Sisi karışır, mart seçimlerinde ise Netanyahu’nun karışacağına kesin gözüyle bakabiliriz.

Neyse, seçimlere daha çok fark var.

Biz belediyeciliğin tarihine bakalım. www. aydinlanma1923.com’daki yazıdan: ‘Eski Yunan (cite) ve Roma (municipe) şehir tarzı, bugünkü belediyecilik anlayışının temellerini teşkil eder. Roma şehrini ifade eden ‘Municipe’ terimi, bugünkü İngilizcedeki ‘municipality’ (belediye) teriminin kökenidir. Ortaçağ boyunca ve Yeniçağ’a kadar geçen süre içerisinde, Avrupa’da belediyeciliğin önemli gelişmeler kaydettiği söylenemez. Gerçek dönüşüm 18. yüzyılın sonunda, Avrupa’nın Fransız ve Sanayi Devrimi ile tarım toplumundan/geleneksel toplumdan, sanayi toplumuna/modern topluma geçmeye başlamasıyla yaşandı.  Kentlerin sanayinin merkezi olarak ortaya çıkması ve buralara köylerden yoğun göç olması, yeni bir dönemin başlangıcıydı. On dokuzuncu yüzyılda kentler önceki dönemlerden farklı olarak, yoğun nüfus, çarpık kentleşme, hava kirliliği, altyapı yetersizliği gibi sorunlarla karşılaştılar. Bu sorunların çözümüne yönelik arayışlar ve çabalar, Avrupa belediyeciliğini derinden etkiledi ve yerel yönetimlere yeni bir anlam kazandırdı.

Anadolu’nun Türkler tarafından fethini takip eden süreçte, yeni şehirler kurmak yerine mevcut yapılara yeni fonksiyonlar verilerek işe başlandı, ardından yeni ve orijinal mimari eserler ortaya çıktı. Selçuklularda belediye işlerinde birinci derecede yetkili kişi kadı idi. Osmanlılar da aynı geleneği devam ettirdiler. Süreç içerisinde Osmanlılar kendilerine özgü bir kent yapısı meydana getirdiler. Bunu Arap şehirciliğinden ayıran iki temel özellik vardı: Bunlardan birincisi, Araplar gibi şehirleri önemli yapılar grubunun meydana getirdiği bir merkezin çevresine oturtmak yerine, birden fazla minyatür merkezler meydana getirerek şehri külliye ya da imaret dediğimiz cazibe noktalarının etrafında büyütmekti. İkinci önemli nokta ise, İslami karakterli yapıların o güne kadar alışılmışın dışında, Türklerin Orta Asya’dan getirdikleri mimari karakteristiği yansıtan özellikler ile inşa edilmeleridir2 . Bu açıdan bakıldığında yüz yıllık süreç içerisinde Bursa, Osmanlı kent tipinin bir örneği olarak ortaya çıkmaktadır (camiler, hanlar, hamamlar, medreseler, esnaf ve tüccarın bir arada olduğu büyük ticaret merkezleri…). Osmanlı-Türk mimarisi, Bursa’dan sonra Edirne ve İstanbul’da kendini gösterdi. Son yüzyılda kent nüfusunun hızla artması ve çarpık kentleşme ile (plansız ve vizyonsuz imar hareketinin saldırısı sonucu), yüzyıllar içinde oluşan tarihi doku tahrip ve hatta büyük ölçüde yok edildi. Osmanlı şehirciliği, imaret (külliye) kurumunu merkez alan bir sistem etrafında şekillenmişti. İmaretler; cami, medrese, bimarhane (hastane), aşevi, tabhane (misafirhane), kervansaray, sıbyan mektebi, kütüphane, hankah (zaviya), türbe, imalathane, arasta (çarşı), han, su tesisatı, hamam, umumi tuvalet, meşruta binalar, kahveler, bayram ve pazar yeri ile muvakkithanelerden (küçük rasathane) oluşuyordu. Tüm bu özelliklere sahip olan imaretler padişahlar tarafından kurulmuş olanlardı. Diğerleri ise, bu birimlerin tamamını içermiyordu. İmaretlerin finansmanı vakıflar aracılığıyla oluyordu. Osmanlı sosyal hayatında vakıfların büyük rolü vardı. Sosyal yardımın, eğitim ve kültür hizmetlerinin büyük bölümü vakıflar aracılığı ile yapılıyordu. Vakıfların bu ölçüde yaygın olmasının nedenlerinden biri de, özel mülkiyetin garanti altında bulunmamasıydı. Özel mülkiyetini garanti altına almak isteyen zenginler, mallarını vakfediyor ve yönetimini (ve gelirin bir bölümünü) aile bireylerine bırakıyorlardı. Böylece, hem sosyal yardımda bulunuyor, hem de mülklerini kuşaklar boyunca garanti altına almış oluyorlardı. Kuruluşundan 1850’li yıllara kadar Osmanlı devletinde bir belediye örgütlenmesi yoktu. Devletin görmesi gereken belediye hizmetleri vakıflar aracılığıyla görülüyordu. Bunlar arasında su işleri, temizlik ve aydınlatma işleri, parklar ve bahçeler, mezarlıklar, yol ve altyapı hizmetleri, halk sağlığını koruyucu çalışmalar sayılabilir. Bu tip hizmetler için halktan vergi toplanmaması, devletin bu işler için para harcamaması ve hizmetlerin halka parasız olarak sunulması olumlu yanlar olarak sayılabilir.

Kırım Savaşı sırasında İstanbul’a gelen kalabalık sayıdaki İngiliz, Fransız ve İtalyan askerlerinin barındırılması ve buna yönelik altyapı yetersizliği, Fransız tarzında 1854 yılında Şehremaneti’nin kurulmasıyla sonuçlandı. Eskimiş ve fonksiyonunu yitirmiş geleneksel sistemle kör-topal yürüyen belediye hizmetleri, yeni bir yapılanmayla çözülmeye çalışıldı. 13 Haziran 1854 tarihinde yayınlanan nizamname ile, belediye hizmetlerinde şehremini dönemi başladı. Şehremini’nin sadece belediye hizmetleriyle uğraşacak olması önemli bir adımdı iv. Ancak, belediye hizmetlerinin görülmesi konusunda Evkaf Nezareti’ne de pek çok sorumluluk yüklenmesi bir ikiliği doğurdu. Kimin neden sorumlu olduğu tartışması yoğun olarak yaşandı ve bürokratik kargaşa, kırtasiyecilik arttı. Bu ortamda Tanzimat yöneticileri belediyeleri, idari ve siyasi yapının temeli olarak görmediler. Onlar için belediye, şehirleri modernleştirecek bir araçtı sadece. Dolayısıyla Tanzimat dönemi belediye anlayışı, yerel demokrasiyi güçlendirmenin bir aracı olarak hiçbir zaman düşünülmemişti. Sorunlar, yayınlanan nizamnamelerle çözülmeye çalışıldı. 1857 yılında İstanbul 14 belediye dairesine bölündü.’

AFYON’UN İLK BELEDİYE BAŞKANI ŞEY MEHMET AĞA MI? SALİH BEY Mİ?

Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığının sp.gov.tr adresindeki yazıda ise Afyon’da ilk belediyenin kurulmasıyla ilgili şu bilgiler yer almaktadır:

‘Taşrada Belediye hizmetlerini görmekle görevli Belediye teşkilatının 23 Rebiyülevvel 1284 tarihli ‘Dairei Belediye meclislerinin vezaifiumumiyesi’ ve yine aynı tarihli ‘Vilayet dahilinde şehir ve kasabalarda teşkil olunacak devairi Belediye meclislerinin sureti tertibi ve memurinin vezaifi’ hakkındaki 2 talimatnameden anlaşılmaktadır. Afyonkarahisar Belediyesi’nin kuruluşu da işte bu döneme rastlamaktadır. Ancak kuruluş tarihi ve ilk Belediye Başkanı kesin olarak bilinmemektedir. Bir iddiaya göre Afyonkarahisar Belediyesi 1867’de kurulmuştur. Başka bir iddiaya göre ise Afyonkarahisar Belediyesi 1868 yılında kurulmuştur ve ilk Belediye Başkanı da Şeyh Mehmet Ağa’dır.

Ancak yaptığımız araştırmada ne bu tarihlere ne de isme ait herhangi bir kanıtlayıcı belge bulmak mümkün olmamıştır. Afyonkarahisar Belediyesi’ne ait ilk bilgiler, 1870 (Hicri 1287) yılından itibaren yayınlanan Hüdavendigar (Bursa) vilayeti Salnamelerinde bulunmaktadır. O zamanlar Hüdavendigar vilayetine bağlı bir sancak olan Karahisar’ın elimizdeki bilgilere göre 1870 (1287) yılındaki Belediye Başkanı Salih Bey’dir. Belgelere dayalı daha eski bilgileri bulununcaya kadar Afyonkarahisar Belediyesi’nin 1870 yılında kurulduğunu ve ilk Belediye Başkanının da Salih Bey olduğunu söylemek sanırız daha doğru olacaktır.”

ANADOLU

Şu an güncel 2023 bilgileri doğrultusunda toplamda 30 büyükşehir, 51 il, 922 ilçe, 394 de belde bulunmaktadır.

Cumhuriyet döneminde ilk belediye seçimleri 1930’da yapıldı. Eylül ve Ekim aylarında gerçekleştirilen Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki ilk çok partili seçimdir. Belediyeler Yasası’nın 4 Nisan 1930 tarihinde yürürlüğe girmesinin ardından yapılan seçimlerin önemli bir özelliği de kadınların da ilk kez seçme ve seçilme hakkına sahip olmasıydı. 5 Aralık 1934’te ise Anayasa’da yapılan değişiklikle Türk kadını milletvekili seçme ve seçilme hakkına sahip oldu

Ama o dönemden bu yana Türkiye Cumhuriyeti’nde sadece 150 kadın belediye başkanı seçildi. Bu kadınların 19’u Marmara’da, 26’sı Ege’de, 11’i Karadeniz’de, 12’si İçanadolu’a, 5’i Akdeniz’de, 31’i Doğu Anadolu’da, 46’sı da Güneydoğu Anadolu’da seçildi. Yani 93 yılda sadece 150 kadın belediye başkanı seçtik.

Ee, kaç erkek belediye başkanı seçtik? Bu sayı 22 bin. Bu arada, dikkat çeken bir şey var, Avrupa’dan bile önce Türkiye’de kadına seçme seçilme hakkını veren büyük Atatürk’ün partisine genel başkan olanlar, memleketlerinde bile bir tane kadın aday göstermemişler.

Türkiye’de ise ilk kadın belediye başkanı 2 bin yıl önce seçilmiştir. Antalya’nın 18 km doğusunda, Aksu ilçesi sınırları içinde bulunan, bir zamanlar Pamfilya Bölgesine başkentlik yapmış antik bir kent olan Perge, dünyanın ilk kadın belediye başkanını seçti.  Anadolu’nun başarılı ve etkili kadın örneği olan Plancia Magna, Perge’de belediye başkanlığı yaptı. Ama Plancia Magna hakkında bilgi ararsanız, Türkçe metinlerde bulamazsınız, İngilizce kaynaklara bakmanız gerekecektir.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER