İnsan, zor tatmin olan varlıktır ve de zor kabullenen. Herkesin bildiği ama açıklayamadığı gerçek budur belki de farkında olmadığı. Tatmin denilen bu duygu daha önce de ’18 Yaş Sendromu’ denemesinde de belirttiğim gibi; “Bir şeyler aslında zorla elde edilmez, edilemeyecektir. Etse bile tatmin denilen bir hal varken asla yolunda gitmeyecek ve her zaman aklımızın bir köşesinde soru işareti bırakacaktır.” Tatmin olmakta aslında bir bakıma aitlik duygusunu tetikler, doğru olan ama göremediğimiz gerçekleri, tatmin olmama hallerimizden kaybediyoruz. Bir yere ait olmak zorunda değiliz, ama bir bakıma da zorundayız. Çünkü herkes kendi için güvenli bir alanı olsun ister. Hak eder.
İnsan Neye Aittir?
Ait olmak, her zaman duyduğumuz o cümleler ‘Bir ev, aile, kişi, oda, iş’ aklınıza ne gelirse, aitlik duygusunu nerede ve nasıl hissedeceğimizi bilemeyiz çünkü. Kendimiz gibi hissetmek, gerçekten kendimiz gibi. Olduğumuzdan daha kibar gözükmek, kelimeleri seçmek, belki daha zarif, alımlı hatta akıllı gözükmek için uğraşmadığımız ve bunun gibi milyonlarca üstünü kapladığımız durumları hissetmek zorunda olmadığımız, aklımıza bile gelmeyen yerdir aitlik.
Bir kişiye ait olabiliriz. Onun yanına çaba ve emek sarf etmeden de durabildiğimizi anlarız, yanında güvenli, huzurlu, mutlu ve sanki yıllardır aradığımız şeyin bu olduğunun kanaatine varırız. Bir odaya da ait olabiliriz, orasının bizim güvenli alanımız olduğunu hissederiz, bütün bu karmaşanın saçmalıkların içerisinden kaçabileceğimiz bir çıkış kapımızın olduğunu bilme hissidir aslında bu. Zor olan kısım ise budur. Ait olmak nedir? Ben nereye Aitim? Eğer bu sorunun cevabını bulursak ve bulduğumuz cevabın olduğu konum bizim için erişilebilir bir yerdeyse, hayat artık yaşanmaya bin değerdir.
Neye Göre Konumlandırılırız?
Konumlandırılma ise, bizim çoğunlukta isteğimiz dışında olduğumuz yerleri kapsar. Konumlandırıldığımız yer bir iş yeri, kontenjan, okul, ev ortamı, sosyal hayat hatta bir telefon rehberi bile olabilir. Çoğu insan konumlandırıldığı yerlerden memnun olmaz çünkü kendi rızası dahilinde gerçekleşen ve aslında ne istediklerini bilmeyen insanların yönlendirmeler ile geldiği durumdur. Bazı kesim ise bunun için çabalar ve başkalarının gözünde bu ‘alana’ girmek için çokça emek sarf eder. Konumlandırılmanın rızası dahilinde gerçekleştirmeyen insan için çok önemi olmaması gerekir, çünkü zaten bunu istemiyor, istemeyecek.
Bir işte en alt safhada çalışan kişi ve adının bununla anılması, okulda ‘Bu yapamaz, beceriksiz’ ithamlarına maruz kalan bir çocuğun, o kişinin sosyal hayatta ‘asosyal’ sanılması, ama aslında o insanın ne cevherler beslediğinin farkında olunmamasıdır. O kişi yaptığı işte becerikli değildir, ama başka bir konuda çığır açacak zekası olabilir, okuldaki çocuğun sayısal, sözel ya da bedensel derslerinden birinde yeteneği fazla olabilir (birine yeteneği olması yinede ayrıştırma gerektirmez), sosyal hayatta o kişinin asosyal sanılması beklide sizinle konuşmak istemediği içindir, kendi arkadaş grubu gibi bir sürü örnek vereceğimiz durum söz konusu olabilir.
Düşünce tarzı da konumlandırılma için olmaza olmazlarımızlardır. İnandığın, düşündüğün, açıkladığın öznel bir niteliğe karşı insanlar seni rahatlıkla bir konuma koyabilir. Sağcı, solcu devrimlerinden de bunları rahatlıkla görebiliriz.
“Sen Beni Ne Konumuna Koyduğunun Farkında Mısın?”
Kavga ve tartışma esnasında çokça duyduğumuz o cümle “Sen beni hangi konuma sokuyorsun!” Aslında içten içe konumlandırılmanın hayatımızdaki yerini kavrıyoruz, ama öncesinde bunun için karşıya soru yöneltmeden kendimize sormamız gereken bir şey var ‘Ben kendimi nerede görmek istiyorum? Ben nasıl anılmak istiyorum?’.
Eğer konumlandırıldığımız yerden memnun değilsek bunun için çabalamalıyız. Bu bizim adımızın, benliğimizin, kişiliğimizin başkaları gözünden yansımasıdır.
YORUMLAR